Çinin Vuhan kentinde ortaya çıkan virüs 2019un son günlerinden bu yana dünya gündemini sarsmış durumda.
Dünya Sağlık Örgütüne göre bu virüs henüz dünya için bir tehlike taşımıyor.
DSÖ; bu tespitini, koronavirüs vakasıyla hastaneye gelenlerin şu an için yüzde ikisinin bu hastalıktan ölmüş olmasına dayandırıyor.
Güncel verilere göre 14384 kişide koronavirüs tespit edilmesine karşılık şu an
için ölümlerin sayısı 304. Diğer yandan DSÖ, Çine uçuşların kaldırılmasının, seyahat uyarılarının yapılmasının, kriz atmosferine faydasından çok zararının olacağına ilişkin yorumlar yapıyor. DSÖ, bu tarz yasaklamalar yerine gümrük noktalarında sağlık kontrolleri yapılarak riskin kontrol edilebileceğini söylüyor. Fakat koronavirüsün dünyada karşılık bulma biçimi hiç de DSÖnün önerdiği gibi değil. Geçtiğimiz gün; Türkiye, içinde Arnavutluk ve Gürcistan vatandaşlarının da bulunduğu bir uçakla Türk vatandaşlarını Ankaraya getirdi. ABD, İngiltere de geçtiğimiz hafta vatandaşlarını korumak adına aynı yolu izlemişti. Yine birçok
ülkenin dışişleri bakanlıkları da Çine seyahati yasaklama noktasına gelmiş
durumda.
Koronavirüsün nereden çıkmış olacağına dair pek çok teorinin bulunduğu malumunuz.
Bilimsel açıklamalara en yakın teori; virüsün, hayvanların satıldığı bir pazarda
yarasadan yılana yılandan da insana geçtiği yönünde. Yarasa yiyen insanların bu virüsün insanlara geçmesine sebep olduğunu iddia edenler olduğu gibi, bu virüsün Çinin nüfus azaltma politikasının bir parçası olarak laboratuarlarda üretildiği fakat sonradan kontrolden çıktığı da iddialar arasında.
Çinin koronavirüsle akraba kabul edilen SARS salgını döneminde verileri manipüle
ederek paylaşması bu dönemde de Çinden gelen verilerin güvenilirliğini azaltsa da Çin, DSÖ ile işbirliği içinde çalıştığını her fırsatta vurguluyor. Peki, koronavirüs ile benzer biyolojik yapıyı gösteren SARS virüsü döneminde virüsten hayatını kaybedenlerin oranı hastalığa yakalananların %10u iken bu sayı nasıl şimdi %2 civarında? İşte bu noktada virüsler ortaya çıktığında yapılan detaylı çalışmaların, kendini bilime adamış insanların fedakârlıklarının ve devletlerce bu konulara ayrılan dev bütçelerin büyük bir rolü var. Bir diğer ifadeyle, bilgi birikmiş olarak nesilden nesle aktarıldıkça aslında virüslerle başa çıkmak konusunda bilimsel bağışıklık da artıyor. Elbette bu; virüs için geliştirilen aşı veya ilaç dışında hiçbir önlemin
alınmasına gerek olmadığı yahut sayının artma riskinin olmadığı anlamına gelmez. Çin, kendi halkını dahi zorunda kalmadıkça sokaklara çıkmama, maskesiz dolaşmama konusunda dronelarla uyarırken diğer devletlerin de Çine seyahat yahut
Çinden gelenlere karşı önlem konusunda teyakkuzda olması son derece sağduyulu
bir davranıştır. Buna karşılık bunun bir yabancı nefretine, Çinli karşıtlığına dönüşmesi kabul edilebilir bir sonuç değildir.
Koronavirüsün diğer devletlerce Çinli karşıtlığına yol açtığı iddiasını güçlendirilen
birçok vakaya rastlamak mümkün. Güncel bir örnek, ABDdeki bir üniversiteden geldi.
Kaliforniya Üniversitesinden yapılan ve daha sonra silinerek özür üstüne özür dilenen instagram paylaşımı, Asyadan gelenlerden korkmanın, onlardan kaçmanın
normal olduğunu belirtiliyordu. Her yıl binlerce Asyalı öğrenciyi bünyesine katan
Amerikan üniversitelerinin dahi konuya böyle yaklaşması, sonrasında gelen özürlere
karşın, asıl virüsün koronavirüs değil nefret beslemek, senden olmayanı dışlamak
için bahane aramak olduğunu net bir biçimde ortaya koydu. İşte bu yüzden bu yazının başlığı koronavirüsün evrimi.
Koronavirüsün bilimsel geçmişini ortaya koyacak bir bilgi birikimine sahip olduğumuzdan değil de kara veba, cüzam dönemlerinde hastalığa yakalananları yakanlardan sonra bugün hasta olduklarına dair bir şüphe bulunmamasına karşın Asyalıları ayrımcılığa maruz bırakanlar arasındaki evrime, daha doğrusu evirilememeye dikkat çekmek amacımız. Hal böyle olunca, virüslere karşı mücadelenin gelişme kaydetmesine karşılık nefrete karşı mücadelenin pek de evirilemediği maalesef görülmekte.