Sultan IV. Murad bir gün tebdil-i kıyafet edip, içki yasağına uyulup uyulmadığının kontrolüne çıkar. Uzaktan kahveye benzer bir dükkândan ışık sızdığını görür. Yaklaşıp pencere deliğinden bakar ki hem sigara içiliyor hem de hafiften demlenenler var. Yavaşça içeri girer ve masanın birine oturur.
Kahveci, gelenin de tütün ve içki tiryakisi olduğunu zannedip yanına yaklaşır. Padişah kahveciye sorar:
? Tütün içmenin yasak olduğunu bilmiyor musun? Kahveci:
? Erenler, uzun etme, haydi çek git, der. Padişah biraz daha sesini yükseltip:
? Padişahın emirlerine karşı gelmenin ne demek olduğunu bilmiyor musun? Diye tekrar sorunca kahveci dayanamayıp:
? Beyzadem, adını bağışlar mısın? Der. Padişah da:
? Murat, diye cevap verince kahveci:
? Sultanı da var mı? Diye sorar. Padişah da "Evet!" deyince kahveci yandaki masaya yatıp bağırmaya başlar:
? Buyurun cenaze namazına!
Evet, korku kontrol altına alınamayan, insanın içini daraltan bir histir. Korkmak doğal bir şey olup insan hayatınınsürdürülebilmesi için elzemdir. Makul bir ölçüde hissedildiği zaman yararlı bile olabilir. Ama insanın hissettiği korku onu terk etmez, onunla birlikte yaşar ve davranışlarını etkilerse, hayatını karartır, sosyal hayattan koparır ve insanları birbirinden uzaklaştırır.
İnsan elindekini kaybetmekten veya bilmediği, açıklayamadığı ya da anlayamadığı şeylerden korkar. Bu korku insanı bazen saldırgan bile yapabilir.
İnsan ya Allah'ın yarattıklarından korkar, ya da Allah'tan. Üçüncü bir ihtimal yoktur.
İnsanda Allah korkusu olmazsa, bu defa Allah'tan başka şeylerden korkmaya mecbur ve mahkûm olur. Hatta öyle şeylerden korkar ki, o korku sonuçta hiçbir işe yaramayacağı gibi, korkulan şeyin ne merhameti, ne acıması ve ne de şefkati söz konusu olmaz.
Günümüzde toplumun önemli bir kesimi kendi düşüncelerine ve hayat tarzına uymayan şeylerden korkup, onlara düşmanca saldırmaya, onları yok etmeye çalışıyor.Bu durum aynı dinin müntesipleri arasında da olabilmektedir.
Kendisi ile yeteri kadar ilgilenmediğini düşünen çocuklar, anne babasının kendisini sevmediğinden ve onu terk etmesinden korkuyor. Bu korkuyla huysuzluk yaparak anne babasını adeta cezalandırıyor.
Gençlerimiz evlenmekten korkabiliyor. Evlenip helal dairesinde eş ve çocuk sahibi olmak yerine gayri meşru birlikteliği tercih ederek Allah'ın yasakladığı bir hayata razı ömrünü ve gençliğini heba ediyor.
Yaşlılığın ve ölümün kaçınılmaz bir şey olduğunu unutarak gençlerimiz yaşlanmaktan; yaşlılarımız ise ölmekten korkuyor.
Asıl korkulması gereken unutulduğu için bu dünyadaki imkânlardan mahrum kalmak adeta insanların ödünü koparıyor.
Oysa Allah (cc) Kur'ân-ı Kerimde; "O şeytan sizi yardakçıları ile korkutur. O hâlde gerçekten mümin iseniz onlardan değil benden korkunuz." (Âl-i İmrân, 175) buyurmaktadır.
İnsanlar ailesini, çoluğunu çocuğunu ihmal ettiğinin ve hayatını kararttığının farkına varmadan bazı imkânlara ulaşmak için helal haram demeden, gece gündüz çalışıyor. Bu dünyayı kazandığını zannederken ailesini çocuğunu kaybettiğini gördüğünde iş işten geçmiş oluyor. Dünyayı kaybetme korkusu adına, geleceğini ve ahiretini kaybediyor.
Evet, Allah'tan korkmak, O'nun rahmetine ve şefkatine sığınmak demektir.
Allah korkusu, Allah'ın rahmetine, merhametine, affına, mağfiretine, sevgisine ve şefkatine ulaşmayı sağlar.
Yazımı Mehmet Akif ERSOY'la bitiriyorum:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdân'ın,
Ne irfanın kalır tesiri katiyen, ne vicdanın.