Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Herkes ölümden korkar. Lakin Cahit Sıtkı başka... O,şairler içerisinde belki de ölümden en çok korkan bir şairdi.
"Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar"
Bu, yalnızca bir mevsimin tasviri değil, aynı zamanda bir ömrün de sonuydu.
Belki de bu yüzdendir ki...
"Yaş Otuzbeş"i yazdığında, hatta o şiiriyle CHP'nin açtığı şiir yarışmasında birinci olurken bile aklının bir yanında hep "erken ölüm" vardı.
"Hangi resmime baksam ben değil" derken,aslında bir taraftan da ölüme adım adım yaklaştığını söylüyordu.
Çünkü "...gözlerinin altındaki o mor halkalar!" içini yakıp kavuruyordu!
Bu yüzdendir ki şiirimizde hüznü anlatan en doğru renk hep "mor" olmuştur.
Malum; Cahit Sıtkı Tarancı orta yaş sayılabilecek bir dönemde felç geçirdi, hatta devletin himayesinde Batı'da tedavi gördü. Ancak "vakit" gelince ne Batı'daki hastaneler ne de ileri teknoloji gidişatı değiştirmeye muktedir olamıyor.
Öyle ya Allah böyle buyurdu:
Ne bir saniye önce ne de bir saniye sonra!
Cahit Sıtkı'yı, Cahit Sıtkı yapan her ne kadar "Otuzbeş Yaş" şiiri olsa da esasında Güneydoğu'nun o yanık yürekli şairi, bir hümanist bir vatanperver ve bir tabiat aşığı kimseydi.
Dün haberlerde gördüm.
Kanada'nın yegane "derdi" bir kara kargaymış!
Evet yanlış duymadınız Kanada, postacılara hayatı çekilmez kılan ama koruma altında olduğu için kanunun bile dokunamadığı bir karga yüzünden neredeyse haberleşme hizmetini kesmiş!
Karga postacılara saldırıyor, hatta onları yaralıyormuş. Buna rağmen, "...karga öldürülsün, posta hizmeti de sürsün" diye bir fetva yahut da yönetmelik çıkmamış. Bilakis, "...karga istediğini yapsın, aksayan posta hizmetleri ise, bir hafta sonra devam etsin" demişler.
Yani kara karganın yaptığı tüm hınzırlıklar hoş görülmüş ve bu hınzırlığın doğurduğu iş kaybı da devlet hazinesine zarar olarak yazılsın istenmiş.
Karganın hatırı, haberleşme özgürlüğünden daha ala!
Ne vakit Kanada'nın bu "seviyesi"ne erişiriz bilemem ama, lakin benim ülkemde de hiç olmazsa kara karga kadar insan değeri olsa...
Cahit Sıtkı yukarıya aldığımız şiirinde öyle bir ülke hayal ediyor ki, bütün özlemini şu dizelerde özetliyor:
"Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun."
Dua edelim, belli mi olur; gün gelir bizim bu cennet vatanımızda da tüm şikayetler o kara karganın postacılara verdiği zarardan ibaret olur.
Hani deniliyor ya, "şeytan taşlamaktan tavafa vaktimiz kalmadı"
İşte o misal...
Bizim de hayatta kalmak için mücadele etmekten vaktimiz olmadı ki, yaşamanın keyfini çıkaralım!
Eğer bu ülkede bir kimse, bir gün "Bu ülkede insan olmaktansa Kanada'da karga olmayı yeğlerdim" derse, anlayın ki işte o vakit sosyal barış bozulmaya başlamış, yani tam da şairin dediği gibi,"...bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul" dağıtılır olmuştur.
AK Parti hiç lafı eğip bükmesin, hiç polemik yapmasın. Kendisine tek bir soru sorsun ama bu sorunun cevabını maaşlı memurlardan almak yerine vicdanına danışsın:
"Bu ülkede, Allah'ın kulu bir insana kaç pul,AK Partililere kaç yüz bin pul düşüyor?"
Ne dersiniz muhterem Başvekilim Binali Yıldırım...
Siz adalet üzere amel ettiğinize inanıyor musunuz?
Ben Cahit Sıtkı'nın hayalini kurduğu Türkiye'yi istiyorum.
Yoksa gerisi hikaye...
Çok mu zor muhterem Başvekilim...
Emaneti ehline vermek, liyakatlı olanı iş başına getirmek, namuslu ve vicdanlılara devleti emanet etmek, riyakar, eyyamcı ve hacıyatmazlara yüz vermemek...
Muhterem Başvekilim Binali Bey...
Kanada Devleti'nin kara kargaya biçtiği bu rol eğer bu ülkede sizin yegane ölçünüz olmayacaksa, ne Cahit Sıtkı'nın hayalinin peşine kapılıp gidelim ne de cihana düzen tanzim edelim.
Şayet yegane mesele seçim kazanmak ve bütün yarışlardan birinci çıkmak olsaydı, Ak Parti bunu 15 yılı aşkın süredir başarıyor.
Bana öyle geliyor ki muhterem Başvekilim, ne Ömer,ne Fatih, ne Kanuni ne de Atatürk olmanın yolu, her defasında iki kere ikinin dört olduğunu bilmekten geçmiyor.
Bana öyle geliyor ki muhterem Başvekilim, Ömer olmanın yolu, sadece ve sadece adaletten, liyakattan ve meşveretten geçiyor.
Hani şair diyor ya, "...Biz her yarışta koşan atlarız, her yarış bittikten sonra da koşan atlarız"
Bana kızmayın muhterem Başvekilim, dost acı söyler:
Ak Parti artık her yarıştan sonra koşmuyor bilakis koşanlara da kızıyor...