Sabah erken kalkacağım diye zor bir gece geçirdim. Ne kadar sağa sola döndüm, Allah bilir.
Beynimin üzerinde sanki bir lamba yanıyordu, neden ve niçin diye sorduğum sorulara cevap bulmaya çalışıyordum.
"Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor" diyen şairin mısralarını tekrar tekrar hafızamdan geçirip, arkadaşım İbrahim Çulha'nın "Hayat bazıları için nefes alıp vermek kadar kolay, bazıları içinde can vermek kadar zordur" sözlerine takılıp kalıyordum.
Sabah Kazakistan'a yolcu edeceğim Dilafruz'un yakalandığı amansız hastalık ile mücadelesi, gelecekle ilgili hayalleri, beynime saplanıp kalmıştı.
Dilafruz çok genç bir kazak kızı, Kazakistan da hastalanmış, orada yeterli bir tedavi görememiş ve derdine çare aramak için arayışlara girmiş.
Neticede,Atatürk Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof.Dr.Yakup Kumtepe'ye ulaşmış ve tüm maddi imkanlarını bir araya getirerek ,kardeşi İlham ile Erzurum'a gelmiş.
Onunla hastane odasındaki ilk karşılaşmamı hatırlıyorum, götürmüş olduğum küçük bir çiçeğin, yüzünde oluşturduğu tebessümü ve gözlerinden boşalan o iki damla yaşı hiç unutamıyorum.
Lisanlarımız farklı olmasına rağmen, duygu aleminde bir birimizle öyle sohbet etmiştik ki, o benim kızım ,bende onun babası olmuştum.
Başında bekleyen erkek kardeşi İlham'ın, sempatik tavırları ,kardeşinin elini avuçlarının içine alarak ona verdiği destek, sevgi adına her şeyi anlatıyordu.
Başka bir ülkede bulunmanın ürkekliği, mücadele ettiği hastalığın vermiş olduğu sıkıntı ve maddi imkansızlık bu genç bedeni bayağı hırpalamıştı.
Hayatın baharında hayalleri alt üst olmuş bir genç kızın hüzünlü öyküsüne tanık olmanın vermiş olduğu ruh hali ile odadan ayrılırken, ümitleri tazelenmiş bir hastayı ziyaret etmenin hazzını yaşamıştım.
İlerleyen günler de Dilafruz'un hayatındaki kara bulutlar yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı.
Ziyaretçilerinin artması, doktor ve hemşirelerin yakın ilgileri ona büyük bir güç ve moral vermişti.
Dilafruz artık kemoterapi alıyordu. Bu zorlu süreçte yanına gidip geldiğimde, babasını bekleyen bir genç kızın hasretini onda görüyordum.
Zaman bizim için süratli, onun için nasıl geçti bilmiyorum ama onun evine gitme vakti gelmişti.
Kader dedikleri bu olmalıydı. Felek onu, İsmini bilmediği, insanını tanımadığı bir şehre savurmuş, hayal edemeyeceği şekilde tedavisi yapılmış, kaybolan umutları burada yeşermişti.
Nihayet sabah oldu, havaalanına beraber gideceğim arkadaşım Dursun Şen'le buluştum.
Dilafruz ve kardeşi İlham'ı alıp, karın örttüğü ağaçların eşsiz manzaraları eşliğinde , havaalanına vardığımızda duygularımız alt üst olmuştu.
Sarıldık, beden dili ile konuştuk, gözyaşları, gözyaşlarımıza karıştı ve ayrıldık.
Geri dönerken aramızda, sahte kanser ilacı pazarlayan vicdansızları, hastasına şefkatle yaklaşan doktorları, merhamet ve vicdan gibi kavramları konuşup, kültür kodlarımızın bize aktardığı "Bir hastaya vardın ise/ Bir yudum su verdin ise/Yarın anda karşı gele/Hak Şarabın içmiş gibi" öğretiyi hatırlayarak ,kendimizi tekrar hayatın akışına bıraktık.