Geçen hafta ki yazımda belirtmiştim İstanbul'dan Astana'ya indim. Başkent Astana, Alma-ata şehrinden sonra ikinci büyük şehridir. 1998 yılında başkent olan Astana, 20 yıl içerisinde bir çölden yeni bir şehre dönüştürülmüş.
Adını yüzyıllar önce elmaların atasından alan Alma-ata şehrinde, otobanda giderken birçok yaban elma ağacı görebilirsiniz. Türkiye için İstanbul ne ise Kazakistan ve kazaklar için Alma-Ata öyle. Kazakistan Cumhuriyeti'nin kullanmış olduğu para birimi "Tenge" bu para birimi hemen hemen Türk lirasıyla eşit değerlerde imiş.
Tyan-Shan, Tarbagatay ve Altay dağları ülkenin güney, güney doğu ve batı kısmında uzanıyor. Dünyanın en büyük gölü olan Hazar Denizi ülkenin batısında yer alıyor. Ülkenin coğrafi olarak en önemli özelliklerinden birisi Balkaş Gölüne sahip olmaları Gölün batı kısmı tatlı su ve doğu kısmı tuzlu su olduğu için birçok insanın dikkatini çekse bile çok kimse bunu bilmiyor, yani Kazaklarda bizim gibi değerlerini vitrinliyemiyorlar. Tyan- Shan dağları yani Tanrı Dağları. Palandökende ki otellerden birinde çalışan değerli bir kardeşimiz "Tanrı Dağlarından bir minik taş getir" dedi bende Çimkent'te doğru uzanan Tanrı Dağlarından Gökhan kardeşime taş getirdim.
Üçüncü günün öğlenden sonrası kütüphaneleri gezmeye sıra geldi.. Şehirde yol aldıkça caddelerde kadın heykellerinin de bulunması ilgimi çekti. Milli kahramanlarından Moskova'ya kafa tutan Din Muhammet Kurayev' in yanı sıra önemli kişilerin heykelleri arasında kadın ozanların heykellerini de yapmışlar. Zaten ozanlık geleneği, Türk'e özgü bir halk sanatı, bizler Ozan, âşık diyoruz, Kazaklar da Akın diyorlar. "Cırçi" diyenler de varmış. Biz bağlama, saz diyoruz onlarda Akının çalgısının adı "Dombra"dır. Dombra müziğine ise "Küy" deniliyor. Kazakistan'da hemen herkes, dombra çalmayı bilirmiş.
Belediye Sarayı da çok ihtişamlı, yol boyu oraları da görüp gele gele kütüphanelere geldik. Kütüphaneler muhteşem, gençlerin ayrı, çocukların ayrı bölümleri var. Okul öncesi çocuklarında anaokulu gibi kütüphaneleri var ve TV ile eğitim veriyorlar, kitap okuyorlar, kitap okuma alışkanlığını okula gitmeden vermeye çalışıyorlar.
Otirar Milli Merkez Kütüphanesinde 370.000 kitap var. Dünya da nadir bulunan kitaplar bölümünde 3360 adet dünya da belki de bir veya iki adet kalmış ya da hiç kalmamış eserler var. Her kütüphanenin girişinde mutlaka tanınmış bir yazarın köşesi var.
Kütüphanelerin birisinde 12 Hayvandan adını alan aylardan oluşan bakırdan kocaman yapılmış Takvim çok orijinaldi. (Erzurum Emir Saltuk Kümbetinde 12 Hayvanlı Türk Takviminden alınmış tasvirler ve Ahlat Mezar taşlarında ejderler, kurt başları; kartal vd. hayvan kabartmalar ile ortak motifler vardır.) Kütüphanelerde dikkatimi çeken diğer şeylerden biriside yazılarak asılan bazı değerleri anlatan tablolardı, bunlardan aklımda kalanları size aktarmaya çalışacağım,
En değerli 7 hazinemiz;
1-Hızlı koşan at, 2-Kartal, 3-Tüfek, 4-Köpek(tazı), 5-Hançer, 6-Kitap,
7-Kazan( aş pişirmek için kullanılan)
Diğer bir tabloda,
En değerli 7 zenginliğimiz;
1-Sağlık, 2-Özgürlük, 3- Analık Duygusu, 4-Güç-kuvvet, 5-Edep, 6-Evlat,
7-Halkın selameti
Yine çok büyük merkez kütüphanesinde orijinal el yapımı, yöresel kıyafetli küçük oyuncak bebeklerin yer aldığı bir köşe çok dikkatimi çekti. Bu folklorik kıyafetli bebekler Kazakistan'da yaşayan halkların simgeleri idi. Türkler, Çeçenler, Kırgızlar, Almanlar, Koreliler, Özbekler, Tatarlar, Ukraynalılar, Polonyalılar, Kürtler, Yahudiler, Ruslar, Slavlar, Kara papaklar, Farslar, Karaçaylar, Azeriler gibi yirmiye yakın millet bir arada yaşıyor. Geçen hafta yazmıştım Dünyanın yüz ölçüm yönünden dokuzuncu büyük ülkesi ve nüfusu 17 milyon ve bu kadar çeşitli millet bir arada yaşıyor. Bu bebeklerin yer aldığı çerçeveli panonun üstünde Rus alfabesi ile "BİR ÇATI ALTINDA" diye başlık atılmış.
Hele bir mekâna gittik adı " GELENEK, ÖRF VEADETLER MERKEZİ" idi. İçeri girince kendinizden geçiyorsunuz. İnanın değerli okurlarım geçmişinizi görüyorsunuz orada. Muhteşem bir merkez. Kapıdan girince karşıda, At, kartal ve köpek gibi Kazak kültüründe önemli yer alan hayvanların heykelcikleri ile karşılaşıyorsunuz. İlerleyince köylerimizde ki beylerin evlerinden birine gelmiş gibi oluyorsunuz çünkü sizi yer sofrası, kilimler, halı yastıklar, yorganların yer aldığı bir köşe ile karşılaşılıyor. Tahta kaşıklar, kepçeler, bakır bakraçlar, yayık, gelin sandığı, heybeler, güveçler bizimkiler ile birebir aynı.
Kazakistan'da dokunan halı ve kilimlerden örnekler, on iki hayvandan oluşan takvimi simgeleyen bir Dünya küresi, geçmişe ait oyuncak, alet v.s lerin yer aldığı cam kaplı stantlar görüyorsunuz. Burada en önemli eşya El yazması Kur-anı Kerim (çok eski ve Türkiye ye de söylemişler ama henüz ilgilenip okuyan olmamış.)
Otuz-kırk yıl önce bizim erkek çocuklarının sokak oyunlarından en önemlisi olan Koyunların aşık kemiklerinden burada da var ama kadife kutular içine dizayn edilmiş şekilde stantta yerini almış. Pek çok eski eşya var ve bizimkiler ile birebir aynı. Mesela Yün eğirmede kullanılan TEŞİ burada ki adı da Teşi, bizde batıya gidince adı İĞ olmuş ama orijinali Teşi. Yün tarakları, kadın giysileri bizim bindallıların biraz daha ağır işlemeli şekli ile vitrinlenmiş. Bu arada Nuh'un Gemisinin Kazakistan'da olduğuna dair bir inançları var ve burada dağın üzerinde Nuh'un gemisini de simgeleyen bir köşe var.
Daha sonra büyük bir Botanik Park var oraya gittik. Gerçekten muhteşem bir park yapılmış. Ağaçların arasında, çiçeklerin arasında fotoğraf çekimleri yapılan nişanlı ya da gelinlikli çiftler vardı. Ben dayanamadım yanımdakiler" Erzurum da da böyle güzel bir botanik parkımız var "dedim. Fotoğrafı çekilen gelin hemen çekimi durdurup yanıma geldi "siz Erzurumlu musunuz, ben Erzurum da okudum, orayı asla unutamam" dedi, kendisi ile fotoğraf çekildik, sohbet ettik, Erzurum'u ve tanıdığı kişileri sordu. Kitap Sarayını, Gelgör Cağ Kebapçısını, Havuz başını bildiği yerleri anlattı. Şaşılacak bir halde Erzurum'u asla unutamayacağını ve çok sevdiğini söyledi, Erzurum'un bu konularda ki şansı "ekmeğinin tuzu yoktur" misali olduğu için gelin hanımın ne kadar temiz süt emdiğini düşündüm.
Yine akşam mükellef bir balık ziyafeti yemek hazırlanmıştı ve bizim "mantı" nın annesi olacak büyüklükte mantı da vardı. Ama en başta koyun kemikli etinden yapılan çorba olmazsa olmaz olarak ikram edildi. Her şeyleri güzel ve et ağırlıklı, burada Gut hastalığı yaygındır diye aklıma geldi ama kimse aksamıyordu çok şükür?
Devam Edecek