1993 yılında, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye cumhuriyeti kültür bakanları tarafından imzalanan anlaşmayla kurulmuş ve Türk Dünyası'nın UNESCO'su olan TÜRKSOY (Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı) tarafından Türkiye'yi temsilen Kazakistan'da gerçekleştirilen ''Türk Dünyası Yazarlar Buluşması'' Edebiyat Etkinliğine davet edildim.
Bu davet elbette kendi kendine olmamış, bizleri seven, çalışmalarımızı takdir eden Yıldırım Beyazıt Üniversitesi hocalarından Sayın Doç. Dr. Oğuzhan Aydın Hocam sayesinde gerçekleşmişti.
Edebiyat etkinliklerine katılmak için Kazakistan'ın eski başkenti ve en büyük şehri olan Almatı'ya İstanbul'dan direkt uçuş varken gideceğimiz gün maalesef önce Ankara- İstanbul, İstanbul- Astana'ya oradan tekrar uçakla Shymkent (Çimkent) te geçtim.
Türkiye'den katılan tek yazar ben olduğum için elbette gururluydum ama Kazakça bilmiyordum ve endişeliydim.
Çimkent'e havaalanı çıkışında beni karşılamaya gelen arkadaşların elinde Zekiye Çomaklı levhasını görünce 10 saate yakın süren yolculuğumun yorgunluğunu bir anda unuttum. Bir hafta boyunca benimle birlikte olan Puşkin Kütüphanesi Müdürü Şerbanu Dinasilova, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde Okumuş ve şimdi Gelenek- Görenek müzesinde çalışan Turatbek Mantay benim can yoldaşım oldular.
Otelim Çimkent'te Shymkent Konak Oteline geçtim. Beş yıldızlı harika bir oteldi. Bir saat kadar dinlendikten sonra arkadaşlarımızla ''Türk Dünyası Yazarlar Buluşması'nın açılış seremonisinin yapılacağı salona geçtik. Zaten Tük Cumhuriyetlerinin şehirleşmesi ve bu tür salonları Rus etkisinin en çok belli olan yapıları idi ve yine o muhteşem salonlardan birindeydik.
TÜRKSOY Başkanı ve Türkistan Valisinin bizleri kapıda karşılaması insana Yesevi yurdunda, buraların yabancısı olmadığınız hissini veriyor. Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmalar yapan Uluslararası bir teşkilat olan TÜRKSOY'UN şahsımı daveti ile Yesevi Yurdunda özellikle Türkiye'yi temsil etmek durumu beni ziyadesi ile onurlandırmıştı.
Çimkent Valisi, Çimkent Belediye Başkanı ve TÜRKSOY başkanının konuşmalarının ardından biz misafirlere tek tek konuşma verildi. Öyle bizde ki gibi gözüne gözüne dimdik bakarak ''konuşma süren beş dakikayı geçmesin'' diyen olmadı ve haliyle kimseyi sıkacak konuşmalarda olmadı.
İnsana süre verilince sanki süre çok çabuk geçiyor ve siz söyleyeceklerinizin daha bir paragrafını bile söylememiş gibi zannediyorsunuz. Vali herkese ismi ile hitap ederek hatır sordu. Elbette ezberlememişti ama elindeki kâğıda da nezaketen bakmıyor gibi yapıyordu.
Protokol konuşmaları yapılırken ki onlarda protokol falan yoktu, öylesine sırayla konuştular. Konuşmalar yapılırken tercümanlarımın biri arka koltukta sağımda diğeri solumda oturdular. Bir ara Turanbek ''bir misafiriniz var'' dedi. Allah Allah ben- Kazakistan ve misafir, şöyle bir durdum ''kim, hani nerde'' dedim. Baktım çok nazik pırıl pırıl bir beyefendi ''Zekiye Hanım hoş geldiniz'' dedi. Selamlaşmadan sonra kendisinin Giresunlu olduğunu, on yedi yıldan beri Ahmet Yesevi Üniversitesinde Türk Edebiyatı Bölüm Başkanı olarak görev yaptığını ve adının Doç.Dr. Asil Şengün olduğunu öğreniyorum. Adı ile müsemma olan insanlar vardır derler ya gerçekten adı ile eşleşen bir vatandaşımızla karşılaşmış ve onu tanıma şerefine ulaşmıştım.
Doç.Dr.Asil Şengün hocamıza benim oraya geleceğimi EKOAVRASYA Yön. Kur. Bşk. Hikmet Eren haber vermiş ve oda dostunu kırmayarak beni buldu, arkadaşı Hikmet beyi aratmayan içtenliği ile birkaç saat sonra o da bana ''abla'' demeye başladı ve bu tür toplantıların en güzel tarafı olan yeni insanlar tanıma yönü idi ve bu gezi değerli bir insanı tanımama vesile olmuştu.
Konuşmalar devam ediyordu. Devlet erkânından olduğunu söyledikleri Dinmuhammet Kunayev ve Asanbay Askarov konuştular. Sıra biz misafirlere gelmişti. İlk önce Güney Kazakistan'ın en ünlü yazarı 90 yaşında ama dimdik duran Erinbek Turusov ve Kazakistan'ın ünlü yazarlarından Bulat İsabekof konuştular.
Orada bulunan tüm yazarlara konuşma hakkı verildi. Üye ülkelerin yazarları ve Tataristan, Başkurdistan, Altay, Saha, Tıva, Hakas Cumhuriyeti ve Moldova'ya bağlı Gagavuz gibi gözlemci ülkelerden 51 yazar ve şairlerinin katıldığı Yazarlar Buluşmasında yapılan konuşmaların ana teması ''ortak dil'' kurulması idi. Yazar, mütefekkir kim varsa hepsinin konuşmalarının ortak yönü ''ortak dil'' de birleşmekti. O coğrafya da yaşayan tüm ülkeler dil sorununun çözülmesini şiddetle istiyorlar.
Sıra bana gelince bizim adetlerimize göre bir selamlama yaptım. Gitmeden önce toplantı konusunda bir araştırma yaptım ve Sayın Nursultan Nazarbayev'in başkanlığında ''Yeniden Diriliş'' adı ile yürütülmeye çalışılan bu projenin Dünya Türkleri için oldukça önem taşıyan bir politika olduğunu gözlemledim..''Türkiye'den selam getirdiğimi'' söyleyerek sözlerime başladım, muhteşem bir alkış koptu.
''Sayın Vali, Sayın Belediye Başkanı değerli yetkililer, muhterem konuklar;
Türkiye'nin Erzurum şehrinden Dünya Türlerini heyecanlandıran ve tüm dünyaya birlik ve beraberliğimizi vurgulayan bu müthiş projenin içerisinde olmaktan onur duyuyorum.
Birlik ve dirlik oluşturacak buluşmamız çok önemli fakat geç kalmış buluşmadır. Onun için Sayın Nazarbayev'in ''Yeniden Diriliş'' projesi Dünya Türklerini için büyük bir değer taşıyan bir politikadır.
Bu proje ile tüm Dünya Türkleri bir sinerji oluşturacak, güçlenecek ve kendimizi edebiyatla daha iyi anlatacağız. Çünkü insanlar, medeniyetler kendilerini en iyi edebiyat ile anlatırlar.
''Kişi odur ki ardında bırakır bir eser,
Eseri olamayanın yerinde yeller eser'' diye düşünüyor
Ana yurdumuz, ata yurdumuzda soydaşlarımızla edebiyat sayesinde bir araya gelerek çok güzel işlere imza atılacağına inanıyor, geleceğe çok şeyler bırakabileceğine inandığım bu projeden dolayı TÜRKSOY ve Kazakistan yetkililerine bu çalışmada yer alan herkese ve Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev'e şükranlarımı sunuyorum.'' Diye bitirdim.
Vali Bey Türkiye'de okumuş ve Türkçeyi çok iyi konuşan biri olarak benim konuşmamdaki ''Kişi odur ki ardında bırakır bir eser, Eseri olmayanın yerinde yeller eser'' cümlesini çok beğenerek yanındaki yardımcısına not ettirdi ve bunu yazarak duvara asacağını söyledi. Konuklara yerel kıyafetler , plaket ve rozetler hediye edildi.
Konuşmaların ardından oldukça fazla eserin yer aldığı Kitap Sergisinin açılışı yapıldı. Kitaplara bakarken kendi kitaplarımı raflarda görünce aklım başımdan gitti, yanımda ki tercümanlarıma döndüm baktım onlar benden daha heyecanlıydılar. Çok mutlu olmuştum, Kazakistan nere Erzurum nere?
Bu arada yine tercümanım Turanbek ''zekiye hanım bir misafir daha var'' dedi. Döndüm yüzüme bir kardeşin sevecenliği ile tebessümle bakan bir beyefendi gördüm. ''Buyurun'' dedim. ''Affedersiniz, ben Bayburtluyum, burada ki toplantıyı merak ettim ve konuşmalar sırasında sizi dinledim, Erzurumluyum dediniz bende sizinle tanışmak istedim.'' Dedi. Yemin ederim gerçekten bir yakınımı görmüş gibi mutlu oldum. Bu toplantı bana Asil Şengün Hocam ve İstanbul'da yaşayan Bayburtlu İş adamı Mehmet Ali Altuncu gibi iki kardeş kazandırdı. Bir hafta boyunca toplantının ve akabinde yapılan aktivitelerde hep birlikte olduk.
Toplantıların bitiminde şehir gezisi yapılıyor, her gün farklı birkaç yere gidiyorduk. Rusya'nın etkisi oldukça bariz bir şekilde hissediliyor. Ülkenin birinci resmi dili Kazakça, ikinci resmi dili Rusça. Kazakistan yüzölçümü olarak dünyanın 9. Büyük ülkesi ve nüfusu 17 milyon 693 bin yani İstanbul kadar. Dünya da çıkarılan altının yüzde 20 si, kromun yüzde 26 sı burada çıkarılıyor. Türkçe iş yerleri isimleri görüyorsunuz, buralarda da Türk'ün imzası var.
Misafir ağırlamalarının diğer Türk Devletleri gibi güçlü ve köklü olduğunu hemen fark ediyorsunuz. İlk akşam yemeğini oldukça şık bir restoranda yiyeceğiz. Tabaklar, peçeteler masa düzeni gerçekten güzel. Masada büyük ayaklı tabaklar içerisinde salatalar ve çeşitli yiyecekler var. Meşhur Konak çorbası bizim haşlanmış kemikli koyun eti onlar Çorba diyorlar. Arkasından masada ki servis tabaklarından kendiniz istediğinizi alıp yiyorsunuz, daha sonra ana yemek servisi geliyor. Bana doğru konulmuş olan ayaklı servis tabağında el büyüklüğünde kızarmış parça etler aralarına yeşillik falan konularak süslenmiş, Asil hocaya ''hocam at eti falan olursa bana söyler misiniz'' demeye kalmadan ''ablacım bu at eti, kızartılmış'' demez mi, tüylerim diken diken oldu, ''kurban olayım bunu karşımdan alın'' dedim. Tabağı masanın diğer ucuna aldılar. O anda gözüm bardağıma ilişti ''ne kadar farklı beyaz bir ayran'' diye düşündüm, Asil Hocamız ''ablacım bu deve sütü, ilaçtır için'' demez mi'', ''kurban olayım hocam siz için, bizim ineklerin sütünü içmiyorum, burada deve sütü (şubat)'' dedim Asil Hocam gülerek sütü aldı ''süt sofralarda büyük önem taşır ablacım'' dedi. Misafirlere önce kımız, ayran, sütlü çay, borsak, kuru üzüm v.s. ikramında bulunuyorlar. Yemeklerinde et ağırlıklı, belli ki yemekten en çok keyif aldıkları şey koyun ve at eti. Bir de çayı yemeği başlamadan komposto kâselerinde getiriyorlar. Ertesi gün neredeyse ağlayacağım, bardak istiyorum yok. Sonunda su bardağını çantama koydum, Demlikle masanıza geliyor kâseye dolduruluyor ama ben tasa doldurulan çayı hemen bardağıma aktarıyordum.
Bir de bizim ''pişi, kaz lokması'' var ya aynısını yapıyorlar. Rehberim ve Kütüphane müdiremiz hizmette kusur olmasın diye uğraşıyorlar ve Kazakistan'da kaldığım süre içerisinde benim yemeğimi getirince yanımdakiler hemen "bu koyun ya da dana ''diye bana haber veriyorlardı.
Hele bir akşamüzeri gezerken KIMIZ ikramı için yaşlı bir hanımın işlettiği bir mekâna götürdüler, kola içmeyen ben Kımız içecektim, olacak şey değildi, bu durumlara gösterdiğim tatlı tepkiler rehberlerimin çok hoşuna gidiyordu.
Devam edecek?