Tarih 2 Mayıs 1999, halkın iradesi ile orada bulunan ve yine halkın temsilcisi olarak orada görev yapan vekillerin oluşturduğu mecliste adeta kıyamet kopuyor.
Milletvekillerinin kimi önlerindeki masalara vurarak protesto niteliğinde bir ses karmaşası yaratıyor, kimisi bir adım öteye gitmekte hiçbir sakınca görmeden çirkin söylemlerle o başkaldırıya dahil oluyor.
Protestoya müstahak konu ise Fazilet Partisi İstanbul 1. Bölge Milletvekili Merve Kavakçının resmi olarak milletvekili sıfatını kazanmak için başörtüsü ile yemin edeceğini açıklaması ve Genel Kurula başörtüsü ile girmesi.
Söz konusu 1999 seçimlerinde, partilerce aday gösterilerek yeterli oyu alıp usulüne uygun olarak yemin ederek milletvekili olacak 2 başörtülü kadın milletvekili var. Kamuda başörtüsü yasağı zulmünün olduğu yıllardan söz ettiğimizden; kadın vekillerden bir tanesi TBMM Genel Kurul çalışmalarına başörtüsünü açarak gireceğini açıklıyor. Diğer aday Merve Kavakçı ise başörtüsü ile yemin edeceğini söylüyor ve partililerinden ve en önemlisi dönemin Fazilet Partisi Başkanı Recai Kutandan destek görüyor. Gelin görün ki DSPli milletvekillerin el ele tutuşarak yemini engelleyeceklerini gösterir mahiyette kürsünün önünde bariyer oluşturmalarından tutun da Ecevitin tarihe kara leke olarak düşmüş Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz sözlerine kadar Türkiyede laiklik ile din hürriyetinin kısıtlanmasının ayrımının bilinmediğinin ve hatta laikliğin zorba tipi bir laiklik olarak anlaşıldığının göstergesi olan olaylar birbirini takip ediyor.
Üzerinde tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, 20 yıl önce Merve Kavakçıya yapılanlar yanlıştı. Buna karşılık; son günlerde, Kavakçı soyadı ile bütünleşen başörtüsü tartışmasına neden olacak bir başka olay tezahür etti.
Konu; Merve Kavakçının büyükelçi olarak atanmasının ötesinde kızının Erdoğanın Resmi Gazete yayımlanan kararı ile Cumhurbaşkanı danışmanı olarak atanması, ablasının milletvekili olması kısacası, önemli pozisyonlarda bir Kavakçı krallığının kurulmuş olması. Cumhurbaşkanı danışmanı atanmasında takdirin cumhurbaşkanında olduğu düşünülürse burada eleştirilen nokta normatif bir maddi hukuk ihlali değil. Basında isyana neden olan konu, hangi gerekçelerle Kavakçının kızının bu pozisyona getirildiği.
İşte bizlerin 20 yıl önceki hataya yeniden düşüp düşmeyeceğimiz imtihanı tam olarak bu noktada başlıyor. Bir diğer deyişle; cumhurbaşkanı danışmanı atanacak kişilerin vasıflarının eleştirilmesinin dışında Kavakçı ailesinin başörtüsünden rant sağladığı söylemlerini kullanmak 20 yıl önceki bu hanıma haddi bildirilsin söyleminden bir fark taşımıyor. Zira 20 yıl önce de insanların din özgürlüklerine sıkı sıkıya bağlı olan ibadet özgürlüklerinin doğal bir sonucu olan başörtüsü olgusuna yüklenen haksız anlam üzerinden toplumda ayrımcı düşüncelerin yaratılması söz konusu idi, bugün de aynı tavır söz konusu. Atanmayı bekleyen binlerce öğretmen, diploması elinde iş arayan binlerce mühendis, asgari ücret oranında kazanamayan avukatlar düşünüldüğünde toplumun haksız gördükleri bir kazanç karşısında isyan etmelerinden, ayağı kalkmalarından daha haklı bir tepki olamaz. Fakat bunu yaparken iki yanlışın bir doğru etmeyeceğinin, yanlışın yanlışla beslenmemesi gerektiğinin bilinmesi gerekir. Kavakçının kızının hangi gerekçelerle danışman olarak atandığı, danışmanların sayısı, bunlara ne kadar maaş bağlandığı şeffaf olmalıdır ve sorgulamaya açıktır. Fakat başkaldırıyı başörtüsü üzerinden doğurup, toplumun tepkisini yeniden başörtüsüne çekmek ayrılığı derinleştirmekten ve 20 yıl önceki hatayı tekrarlamaktan başka bir şey değildir. Dolayısıyla bu devlet, aile şirketi mi? tepkilerinin oluşması sırasında Kavakçının kızının fotoğrafının yer alması bile yerinde değildir.
Bu noktada; danışman adı altında devlet hazinesinden yüklü para alacak kişilerin hangi kariyer şartlarıyla, hangi kıstaslarla o pozisyona getirildiğinin belirsizliği ve buradaki ve diğer benzer kurumlardaki liyakatsizlik denklemdeki yanlışlardan biridir. Ancak kişi danışmanlık pozisyonuna annesi bir başörtüsü yasağı mağduru olduğu için getirildi diyerek konuyu başörtüsüne ve geçmişteki yaralara kanalize etmek denklemdeki ikinci yanlıştır.
Bu nedenle ikinci yanlışı haklı çıkarmak için ilk yanlış olan liyakatsizliği vurgulamak da yersizdir. Nitekim vicdanlı hiç kimse haksız kazanç ile mutabık olmayacaktır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi denklemdeki bir yanlışa ikinci yanlışı eklemek, bizi doğruya da götürmeyecektir.