ASAYİŞHaber Girişi : 17 Ekim 2009 16:25

Karşılıksız Sevgi

Karşılıksız Sevgi

Sakalından  süzülen  abdest  sularını  cebinden  çıkardığı  beyaz  mendiliyle  itina  ile  sildi.

Gözlüklerini  takmış, sol üst  cebinde  muhafaza  ettiği  ve  rahmetli  dedesinden  kendisine  miras  kalan  zincirli  köstek  saate  uzun  uzun  bakmıştı.

Her  zamanki  gibi  yine  erkenden  gelmişti. Öğle  ezanının  okunmasına  üç  buçuk  saat  daha  vardı.

Yaşlı  ve  yorgundu  bedeni. Abdest  için  oturduğu  şadırvandaki  mermer  tabureden  kalkamamış, bedenini  bastonuna  dayamıştı.

Cümle  kapısına  gözlerini  dikmiş, derin  hülyalara  dalmıştı  yine.

Kırk  yıl  öncesine  gitmişti.

Eski  günlerini, unutamadığı  anılarını  yeniden  hatırlamak  istiyordu  anlaşılan.

Beyazıt  Meydanı  onun  meskeniydi  sanki.

Gençliğinde  de  çok  severdi  bu  meydanı. Ne  zaman  içi  daralsa  kendini  buraya  atar, caminin  avlusunda  yer  alan  ve  Sahaflara  bakan  kısımdaki  o  koca  çınarın  altında  dertli  dertli  ney  üfleyen  meczup  neyzen  dedeyi büyük  bir  iştiyakle  dinlerdi.

Hatta  bir  defasında  fotoğrafını  çekmek  için  yanına  izinsiz  gitmiş, bir  sürü  siteme  maruz   kalmıştı.

Caminin  avlusunda  dört  bir  tarafa  sıralanmış  antikacıları, tespihçileri  ve  yüzükçüleri  hatırlamıştı.

Az  tespih  almamıştı  onlardan. Hani, koka  cinsi, gümüş  işlemeli  tespihlerden. Hele, Adapazarlı  yüzükçü  Halis  Usta?dan  almış  olduğu  el  yapımı  o  pembe  yakut  taşlı  yüzük  yok  muydu? Ne  kadar  da  pazarlık  etmişlerdi  o  yüzük  için. Sonunda  maaşının  dörtte  bir  fiyatına  anlaşmışlardı. Günler  geçtikçe  samimi  olmuşlar, memleketinde  misafir  bile  etmişti  Halis  Usta?yı.

Hey  gidi  koca  günler , dedi  içinden.

Kimler  yoktu  ki  bir  zamanlar  bu  meydanda.

Sırtındaki  ibrikleriyle  meydanda  öğle  arası  nara  atan  şerbetçiler, üniversitenin  giriş  kapısı  önünde tezgah  kurarak çığırtkanlıklarıyla  öğrencilere  ve  çarşıya  neşe  saçan  simitçiler,  kunduracılar, börekçiler, dilenciler, çöpçüler?

Meydandaki  güvercinlerin  rızkına  vesile, buğday  satan  yemciler.

Ve  dahası?

Cuma  namazındaki  kalabalığı  fırsat  bilerek  seslerini  duyurma  ve  eylem  yapma  adına  meydanı  dolduran  binlerce  öğrenciler.

Boydan  boya  açtıkları  pankartlarla  Hükümeti  eleştiren  partiler.

Hakkını  arayanlar, özgürlüğü  benimseyenler.

Kavgalar, gürültüler?

Hepsi  bir  sinema  şeridi  gibi  geçip  gitmişti  gözünün  önünden.

Şöyle  etrafına  bir  göz  gezdirdi. Oturup  bir  bardak  demli  çay  içeceği, iki  muhabbet  edeceği  birilerini  arıyordu.

Ani  bir  kararla  Sahaflar  Çarşısı?na  yöneldi. Çarşıdaki  tek  dostu  ve  yaşıtı  Sahaf  Hüseyin  Efendi?de  oturup  çay  içebilir, namaz  vaktine  kadar  eski  kitaplardan, eski  hayatlardan  sohbet  edebilirdi.

Hüseyin  Efendi  onun  için  çok  özeldi. Sık  görüşmelerine  rağmen  ilk  defa  görüşüyorlarmış  gibi  birbirlerini  ilgiyle  dinlerler, çekinmeden  meşru  olan  herşeylerini  paylaşırlardı.

Güvenleri  sonsuzdu  birbirlerine.

Onun  için  en  kıymetli  anılarını, vazgeçip  de  silemediği  duygularına  ortak  etmişti  onu.

Hatta, gençliğinde  bir  kızı  sevdiğini  ve  sevgisine  karşılık  göremediği  için  canına  bile  kastettiğini, geceleri  sabahlara  kadar  divaneler  gibi  sokaklarda  dolaştığını  anlatmıştı.

Gerçi  yetmiş  dört  yaşına  gelmiş, torun  torba  sahibi  olmuştu.

Hayatının  son  demlerini  yaşadığının  farkındaydı. Kısık  ve  çatallaşan  sesi, titreyen  elleri, kamburlaşan  bedeni  bunu  çok  net  anlatıyordu.

Bedeni, sırtındaki  paltoyu  taşıyacak  güce  sahip  bile  değildi.

Fakat  onun  bu  hali  kırk  yıl  öncesine  dayanan  aşkına  mani  olamıyordu.

Unutamıyordu  onu  bir  türlü. Gece  rüyalarında, gündüz  hayallerindeydi.

Hatta  oğlundan  olan  torununa  bile  onun  ismini  koymuştu.

Sevgisine  karşılık  görememişti.

Bu  yüzden  terketmişti  doğup  büyüdüğü  memleketini.

Ah  etmiş, içerlemişti  bir  kere..

İnanmıyordu; hiç  kimse  onun  kadar  sevemezdi  Onu.

??Bu  da  geçer??  demişti  ona, dalga  geçercesine.

Ama  bak  geçmemişti. İlk  gördüğü  günkü  gibi  tazeydi  aşkı.

Yaşlanmış  zihnindeki  ümidini  hep  genç  tutuyor, dünyada  olmazsa  ahirette  görüşmeyi  arzu  ediyordu.

Beş  vakit  namazlarında  devamlı  Ona  dua  ediyor, sağlığı  ve  mutluluğu  için  Rabbinden  niyazda  bulunuyordu.

Onun  tarafından  kendisine  hediye  edilen  kitapları  bakıp  bakıp  kokluyor, cüzdanının  gizli  bölümündeki  resmini  her  gün  usulca, nemli  gözlerle  seyrediyordu.

Belki  de  bütün  bunları  bildiği  ve  her  anlatışında  beraber  duygulandıkları  için  Sahaf  Hüseyin  Efendi?yi  çok  seviyordu.

Şimdi  dostuyla  yeniden   karşılaşacak,  sanki  uzun  zaman  birbirini  görmemiş  gibi  sarılacaklardı.

Hatta  demli  çaylarını  yudumlayacaklar  ve  ona  unutamadığı  sevdiğinden  bahsedecekti.

Böyle  düşünüyordu.

Fakat, Hüseyin  Efendi  henüz  gelmemişti.

Geç  mi  kalmıştı  diye  düşündü  bir  an.

Açmamıştı  dükkanını  bu  sabah  dostları  için

Evet  kapalıydı.

Camında  ??Cenazesi  bugün  öğle  namazını  müteakip  Beyazıt  Camiinde  kılınacaktır?? yazıyordu.

 

Abdurrahman  KARAL

Fikir ve Düşünceleriniz için [email protected]