Sakalından süzülen abdest sularını cebinden çıkardığı beyaz mendiliyle itina ile sildi.
Gözlüklerini takmış, sol üst cebinde muhafaza ettiği ve rahmetli dedesinden kendisine miras kalan zincirli köstek saate uzun uzun bakmıştı.
Her zamanki gibi yine erkenden gelmişti. Öğle ezanının okunmasına üç buçuk saat daha vardı.
Yaşlı ve yorgundu bedeni. Abdest için oturduğu şadırvandaki mermer tabureden kalkamamış, bedenini bastonuna dayamıştı.
Cümle kapısına gözlerini dikmiş, derin hülyalara dalmıştı yine.
Kırk yıl öncesine gitmişti.
Eski günlerini, unutamadığı anılarını yeniden hatırlamak istiyordu anlaşılan.
Beyazıt Meydanı onun meskeniydi sanki.
Gençliğinde de çok severdi bu meydanı. Ne zaman içi daralsa kendini buraya atar, caminin avlusunda yer alan ve Sahaflara bakan kısımdaki o koca çınarın altında dertli dertli ney üfleyen meczup neyzen dedeyi büyük bir iştiyakle dinlerdi.
Hatta bir defasında fotoğrafını çekmek için yanına izinsiz gitmiş, bir sürü siteme maruz kalmıştı.
Caminin avlusunda dört bir tarafa sıralanmış antikacıları, tespihçileri ve yüzükçüleri hatırlamıştı.
Az tespih almamıştı onlardan. Hani, koka cinsi, gümüş işlemeli tespihlerden. Hele, Adapazarlı yüzükçü Halis Usta?dan almış olduğu el yapımı o pembe yakut taşlı yüzük yok muydu? Ne kadar da pazarlık etmişlerdi o yüzük için. Sonunda maaşının dörtte bir fiyatına anlaşmışlardı. Günler geçtikçe samimi olmuşlar, memleketinde misafir bile etmişti Halis Usta?yı.
Hey gidi koca günler , dedi içinden.
Kimler yoktu ki bir zamanlar bu meydanda.
Sırtındaki ibrikleriyle meydanda öğle arası nara atan şerbetçiler, üniversitenin giriş kapısı önünde tezgah kurarak çığırtkanlıklarıyla öğrencilere ve çarşıya neşe saçan simitçiler, kunduracılar, börekçiler, dilenciler, çöpçüler?
Meydandaki güvercinlerin rızkına vesile, buğday satan yemciler.
Ve dahası?
Cuma namazındaki kalabalığı fırsat bilerek seslerini duyurma ve eylem yapma adına meydanı dolduran binlerce öğrenciler.
Boydan boya açtıkları pankartlarla Hükümeti eleştiren partiler.
Hakkını arayanlar, özgürlüğü benimseyenler.
Kavgalar, gürültüler?
Hepsi bir sinema şeridi gibi geçip gitmişti gözünün önünden.
Şöyle etrafına bir göz gezdirdi. Oturup bir bardak demli çay içeceği, iki muhabbet edeceği birilerini arıyordu.
Ani bir kararla Sahaflar Çarşısı?na yöneldi. Çarşıdaki tek dostu ve yaşıtı Sahaf Hüseyin Efendi?de oturup çay içebilir, namaz vaktine kadar eski kitaplardan, eski hayatlardan sohbet edebilirdi.
Hüseyin Efendi onun için çok özeldi. Sık görüşmelerine rağmen ilk defa görüşüyorlarmış gibi birbirlerini ilgiyle dinlerler, çekinmeden meşru olan herşeylerini paylaşırlardı.
Güvenleri sonsuzdu birbirlerine.
Onun için en kıymetli anılarını, vazgeçip de silemediği duygularına ortak etmişti onu.
Hatta, gençliğinde bir kızı sevdiğini ve sevgisine karşılık göremediği için canına bile kastettiğini, geceleri sabahlara kadar divaneler gibi sokaklarda dolaştığını anlatmıştı.
Gerçi yetmiş dört yaşına gelmiş, torun torba sahibi olmuştu.
Hayatının son demlerini yaşadığının farkındaydı. Kısık ve çatallaşan sesi, titreyen elleri, kamburlaşan bedeni bunu çok net anlatıyordu.
Bedeni, sırtındaki paltoyu taşıyacak güce sahip bile değildi.
Fakat onun bu hali kırk yıl öncesine dayanan aşkına mani olamıyordu.
Unutamıyordu onu bir türlü. Gece rüyalarında, gündüz hayallerindeydi.
Hatta oğlundan olan torununa bile onun ismini koymuştu.
Sevgisine karşılık görememişti.
Bu yüzden terketmişti doğup büyüdüğü memleketini.
Ah etmiş, içerlemişti bir kere..
İnanmıyordu; hiç kimse onun kadar sevemezdi Onu.
??Bu da geçer?? demişti ona, dalga geçercesine.
Ama bak geçmemişti. İlk gördüğü günkü gibi tazeydi aşkı.
Yaşlanmış zihnindeki ümidini hep genç tutuyor, dünyada olmazsa ahirette görüşmeyi arzu ediyordu.
Beş vakit namazlarında devamlı Ona dua ediyor, sağlığı ve mutluluğu için Rabbinden niyazda bulunuyordu.
Onun tarafından kendisine hediye edilen kitapları bakıp bakıp kokluyor, cüzdanının gizli bölümündeki resmini her gün usulca, nemli gözlerle seyrediyordu.
Belki de bütün bunları bildiği ve her anlatışında beraber duygulandıkları için Sahaf Hüseyin Efendi?yi çok seviyordu.
Şimdi dostuyla yeniden karşılaşacak, sanki uzun zaman birbirini görmemiş gibi sarılacaklardı.
Hatta demli çaylarını yudumlayacaklar ve ona unutamadığı sevdiğinden bahsedecekti.
Böyle düşünüyordu.
Fakat, Hüseyin Efendi henüz gelmemişti.
Geç mi kalmıştı diye düşündü bir an.
Açmamıştı dükkanını bu sabah dostları için
Evet kapalıydı.
Camında ??Cenazesi bugün öğle namazını müteakip Beyazıt Camiinde kılınacaktır?? yazıyordu.
Fikir ve Düşünceleriniz için [email protected]