Soma ilçesinde maden ocağında meydana gelen elim kazada 301 vatandaşımız vefat etmiştir. Ülkemizin ve ailelerinin başı sağ olsun.
Kuranı-Kerim’de Allah’a, kitaplara, meleklere, resullere/ Tanrı elçilerine ve ahret gününe iman edilmesi istenir. Ehl-i sünnet ulemasınca kaza ve kader 6.madde olarak imanın şartlarına eklenmiştir. (Prof.Dr. Hüseyin Atay, İslam İnanç Esasları)
Bugün İran’ın resmi mezhebi olan Şii-İmamiyye’ye göre imanın şartları Ehli-Sünnet’in anladığı gibi değildir. Usulu’d-Din yani inanç esaları beştir. 1- Tevhid. Bu da kendi arasında dörde ayrılır: a- Tevhid-i Zat, b- Tevhid-i Sıfat, c- Tevhid-i Fiil, d-Tevhid-i İbadet. 2- Nübüvvet. 3-İmamet. 4-Adalet. 5.Mead.(Geniş bilgi için Prof.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, İmaiyye Fırkası)
Kaza ve kader konusu ülkemizde yaşanan felaketlerde hep gündeme gelir.
Hapishanemizdeki mahkûmlara “kader kurbanı” denilir. Arabalarımızın arkasında “kaderimse çekerim”, “alın yazısı”, “kahpe felek”, “ kötü kader”söz ve yazılarına çokça rastlamaktayız.
Kaderi hayatımızın başarılarında değil, başarısızlığında gündeme getirir, suçlu ararız. İyi işler ve başarışlar kendimizin yeteneğinden, zekiliğinden, iş bilirliliğinden dolayıdır. Her gün öğrencimizden zayıf not almışsa hocam sen zayıf verdin, yüksek not alırsa ben aldım sözlerini duyarız.
Evlenirken Allah seni bana yazdı, iyi ki karşıma sen çıktın güzel sözler ileri sürülür, evlilik yürütülemez, geçimsizlik çıkınca da ne yapalım kaderim böyleymiş, sebep olanın ocağı batsın denir.
Suçlu kim? “Kaderin öznesi” olan Yüce Allah’tır.
Soma’da herkes suçlu ararken sadece suçlu işveren gösterilir. Kaderci bir toplumda kim işini iyi yapıyor ki, işveren iyi yapsın. Gazeteciler işverene soru sorarlarken ve sığaya çekerlerken, Soma madeninin çalıştıran işveren deseydi ki, hanginiz sigortalısınız? İşvereninizde memnun musunuz? Nerde sendikanız? Hanginiz emekliliği çalıştığınız gazeteden alarak hak ettiniz?
Suudi Arabistan’da emeklilik ve sigorta dinen sakıncalı görüldüğü için yasak.
1910 yılında Kayseri’de yayınlanan Erciyes Gazetesi’nde iplik makinesinde gencin birisinin parmakları kopar. Sigorta olmadığı için ne yapacağını kimse bilmez haberi geçer.
Batı medeniyeti bize sigorta, sendika, işveren ve işçi hakları, çalışma saatleri, tatil fikrini ve uygulamasını vermeseydi kör topal, ilkel bir hayatla hayatımızı sürdürecektik.
Yine tefecinin elinden köylüyü kurtaran haber adı geçen gazetede şöyle verilmekteydi: “ Allah’a şükür tefecinin elinden köylüyü kurtaracak Ziraat Bankası’nın şubesi Kayseri’ye açıldı.”
Kaderci bir zihniyetten kurtulmamızın yolu, yönümüzü Şark’a değil, Batı’ya dönmemiz, onların kendi insanına verdiği değeri kendi insanımıza vermeyi öğrenmemizdir.
Milli şairimiz Mehmet Akif, Allah, kader, tevekkül anlayışımızın sakatlığını Safahat’ında “VAAZ KÜRSÜSÜ” bölümünde ne güzel dile getirmektedir:
Zaman zaman görülen âhiret kılıklı diyâr;
Cenâzeden o kadar farkı olmayan canlar;
Damarda seyri belirsiz, irinleşen kanlar;
Sürünmeler; geberip gitmeler; rezâletler;
Nasîbi girye-i hüsrân olan nedâmetler;
Harâb olan azamet, târumâr olan ikbâl;
Sukût-i rûh-i umûmî, sukût-i istiklâl;
Dilencilikle yaşar derbeder hükûmetler;
Esâretiyle mübâhî zavallı milletler;
Harâbeler, çamur evler, çamurdan insanlar;
Ekilmemiş koca yerler, biçilmiş ormanlar;
Durur sular, dere olmuş helâ-yı cârîler;
Isıtmalar, tifolar, türlü mevt-i sârîler;
Hurâfeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar;
Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar...
Atâletin o mülevves teressübâtı bütün!
Nümûne işte biziz... Görmek istiyen görsün!
Bakın da hâline ibret alın şu memleketin!
Nasıldın ey koca millet Ne oldu âkıbetin
Yabancılar ediyormuş - eder ya - istikrâh:
Dilenciler bile senden şereflidir billâh.
Vakârı çoktan unuttun, hayâyı kaldırdın;
Mukaddesâtı ısırdın, Hudâ´ya saldırdın!
Ne hâtırâtına hürmet, ne an´anâtını yâd;
Deden de böyle mi yapmıştı ey sefıl evlâd
Hayâtın erzeli olmuş hayât-ı mu´tâdın;
Senin hesâbına birçok utansın ecdâdın!
Damarlarındaki kan âdetâ irinleşmiş;
O çıkmak istemiyen can da bir yığın leşmiş!
İâde etmenin imkânı yoksa mâzîyi,
Bu mübtezel yaşayıştan gebermen elbet iyi.
Gebermedik tarafın kalmamış ya pek, zâten...
Sürünmenin o kadar farkı var mı ölmekten
Sürünmek istediğin şey! Fakat zaman peşini
Bırakmıyor, atacak bir çukur bulup leşini!
Bugün sahîk-i âlemde sen ki bir lekesin;
Nasıl vücûdunu kaldırmasın, neden çeksin
"İşitmedim" diyemezsin; işittin elbette:
" Tevakkufun yeri yoktur hayât- millette. "
Sükûn belirdi mi bir milletin hayâtında;
Kalır senin gibi zillet, esâret altında.
Nedir bu meskenetin, sen de bir kımıldasana!
Niçin kımıldamıyorsun Niçin Ne oldu sana
Niçin mi "Çünkü bu fânî hayâta yok meylin!
Onun netîcesidir sa´ye varmıyorsa elin. "
Değil mi .. Ben de inandım! Hudâ bilir ki yalan!
Hayâta nerde görülmüş senin kadar sarılan
Zorun: Gebermemek ancak "ölümlü dünyâ" da!
Değil hakîkati, mevtin hayâli rü´yâda
Dikilse karşına, hiç şüphe yok, ödün patlar!
Düşün: Hayâta fedâ etmedik elinde ne var
Şeref mi, şan mı, şehâmet mi, din mi, îman mı?
Vatan mı, hiss-i hamiyyet mi, hak mı vicdan mı?
Mezar mı, türbe mi, ecdâdının kemikleri mi?
Salîbi sîneye çekmiş mesâcidin biri mi?
Ne kaldı vermediğin bir çürük hayâtın için
Sayılsa âh giden fidyeler necâtın için!
Çoluk çocuk kesilirken; kadınlar inlerken;
Zavallılar seni erkek sanır da beklerken;
Hayâyı, ırzı ekip yol boyunca, çırçıplak,
Kaçarsın, öyle mi, hey kalp adam sıkılmıyarak!
Değil ki "dön!" diye binlerce yalvaran geride;
Dikildi karşına ecdâdının mekâbiri de;
" Yolumda durma kaçarken!" dedin, basıp geçtin!
İşitmedin mi ne söylerdi muhterem ceddin:
"Zafer ilerdedir oğlum, hücûm edip aşarak,
Hudûd-i düşmanı, hiç yoksa bir mezâr almak;
Geçip de ric´ate bin yıl muammer olmaktan
Hayırlıdır... " Ne yaman söz, ne kahraman îman!
Yazık ki sen şu büyük ruhu şerma-sâr ettin:
Bütün mekâbir-i İslâm´ı küfre çiğnettin!
Birer lisân-ı tazallüm uzattı her makber...
Zavallı taşlara lâkin bakan mı var Ne gezer!
Değil mezardaki na´şın enîn-i tel´ini,
Figânı bunca hayâtın çevirmemişti seni!
Merâmın: Ölmeyebilmek, fenâ değil bu karâr...
Fakat hayât için elzem hayâtı istihkâr.
Hayât odur ki: Nihâyet bahâsı hûn olsun,
Senin hayât-ı sefilin: Bahâ yı nâmûsun!
Deden ne türlü yaşarmış... Adamsan öyle yaşa;
"Eğer hümâ-yı zafer konmak istemezse başa,
Harâm olur sana kuzgun üşürmemek leşine!"´
Nasıl, bu sözleri tutmak gelir mi hiç işine
Mezelletin o kadar yâr-ı cânısın ki, yazık,
"Ucunda yoksa ölüm" her belâya göğsün açık!
Dilenci mevki´i, milletlerin içinde yerin!
Ne zevki var, bana anlat bu ömr-i derbederin
Şimâle doğru gidersin: Soğuk bir istikbâl,
Cenûba niyyet edersin: Açık bir istiskâl!
"Aman Grey! Bize senden olur olursa meded...
Kuzum Puankare! Bittik... İnâyet et, kerem et!"
Dedikçe sen, dediler karşıdan: "İnâyet ola!"
Dilencilikle siyâset döner mi, hey budala
Siyâsetin kanı: Servet, hayâtı: Satvettir,
Zebûn-küş Avrupa bir hak tanır ki: Kuvvettir.
Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,
Üzengi öpmeye hasretti Garb´ın elçileri!
O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında
"Kadermiş!" Öyle mi Hâşâ, bu söz değil doğru:
Belânı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu!
Taleb nasılsa, tabî´î, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var
"Çalış "´ dedikçe şerîat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmil edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür. Vazîfesidir...
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi Keyfine bak!
Onun hazîne-i in´âmı kendi veznendir!
Havâle et ne kadar masrafın olursa... Verir1
Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek!
Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:
" Yetiş!" de kendisi gelsin, ya Hızr´ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah... Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O´na âid: Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O;
Alış seninse de, mes´ûl olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış... Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş... Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabîb-i âile, eczâcı... Hepsi hâsılı O.
Ya sen nesin Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu!
Hudâ-yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür´ete... Ha