Kamu malına zarar vermek, milyonlarca insanın hakkına tecavüz etmek demektir. Hesap gününe inanan bir insanın böyle büyük bir vebalin altına girmesi düşünülemez.
Türkiye'de zaman zaman yapılan protesto gösterilerine baktığımızda yüreğimizi dağlayan acı manzaralarla karşılaşıyoruz. Kaldırım taşları, sokak lambası direkleri, telefon kabinleri, yol kenarlarındaki kilit taşları, yön levhaları yerlerinden sökülüyor, iş yerlerinin ve kamu kurumlarının binaları taşlanıp ateşe veriliyor, otobüs durakları tahrip ediliyor, devlete veya şahıslara ait araçlar taş ve kurşun yağmuruna tutuluyor. Yapılan bu eylemlerin sesi ne kadar gür çıkarsa o kadar etkili olacağı düşünülerek zarar olabildiğince büyütülmeye çalışılıyor.
Hedef gözetilmeksizin yapılan bu tahribat, "düşmanlık" psikolojisini çağrıştırıyor. Çünkü manzara, sanki düşman toprakları tahrip ve talan ediliyor gibi. Peki, bu gençlerin nasıl ve nerede yetiştiğini, okullarımızda nasıl bir eğitim verildiğini sorgulamamız gerekmez mi? Ülkesine, bir arada yaşadığı insanlara saygı ve sevgi duyan bir genç bu zararları veremeyeceğine göre, ortada yanlış giden bir şeyler var demektir.
Bu eylemleri yapanlar bizim okullarımızda eğitim görmektedir. Bizim aile yapımız içinde ve bizim aramızda yetişmektedirler. Demek ki çocukluk çağında kazanmaları gereken manevî değerleri ihmal etmişiz. İnsanın iç dünyasını güzelleştirip zenginleştiren değerlerden, camiden, Kur'an'dan, cemaatten, hakka ve hayra hizmet ortamlarından uzak tutmuşuz bu gençleri.
Toplum olarak manevi değerlerimize sahip çıkma ve onları genç nesillere aktarma noktasındaki ihmalimiz devam ettiği müddetçe tecavüzlerin artacağını unutmamak gerekir.
Bu gençler, yakılan araç ve dükkânların kendilerine ait olduğunu, sökülen kaldırım taşlarının, yıkılan lamba direklerinin kendi bahçelerinde bulunduğunu ve kendilerinin de olan biteni biraz öteden seyrettiklerini bir an düşünseler acaba ne hissederler?
Düşünsenize, birileri ellerinde sprey boyalarla arabanıza bir şeyler yazarken, bir başkası camlarını indirmeye, kaportasını paramparça etmeye çalışıyor. Bu da yetmiyor, birkaç kişi gelip aracınızı ters çevirip sokak ortasında barikat olarak kullanıyor?
İşyerinizin kepengi, vitrini parçalanıyor, mallarınız talan ediliyor? Bunları gören bir insan tahammül edebilir mi? Çalışıp çabalayarak kazanıp biriktirdikleri paramparça edilmektedir. İnsan buna mani olmak için her şeyi göze alabiliyor.
Demek ki kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmak, insan olma vasfına sahip birinin başvuracağı bir yol değildir. Buna rağmen bütün bunlar olabiliyorsa, yapanların iç dünyasında çok önemli unsurların eksik kaldığı açıktır.
Şahıs veya halkın ortak malı olan, tahrip edilmesi halinde yine halkın parasıyla yerine konulacak bir şeyi yakıp yıkanların Allah'a hesap verme endişesi taşıdığını söylemek mümkün mü?
Başkalarının sahip olduklarına veya kamu malına zarar vererek hak arama iddiasının hak kavramıyla uzaktan yakından alakası olamaz. Özellikle kamu malına zarar verildiğinde milyonlarca kişinin hakkına tecavüz edilmiş demektir. Ahiret endişesi olan bir insanın böyle büyük bir yükün altına girme cesareti olabilir mi? Hele de içinde yolcu bulunan otobüsleri ateşe verecek kadar gözü dönenlerin bütün insanî değerlerden kopmuş bulunduğunu, adeta canavarlaştığını söyleyebiliriz.
Allah korkusu, kul hakkı endişesi, herkesin ortak malı olan milli servete sahip çıkma düşüncesi, insanın bu tür zarar verici eylemlerin içinde yer almasına imkân vermez. Tam aksine, bir zarar gördüğünde yüreği titrer.
Yolda yürürken boşa akan bir sokak çeşmesine rastlasa kapatır, bir yerde bir arıza gördüğünde ilgilileri uyarır. Bana ne demez, diyemez, sahip çıkar. Onun hayatında zarar vermek yoktur, sahip çıkmak ve korumak vardır. Çünkü o, insanların ayağına batabilir endişesiyle yoldaki dikeni dahi kaldırmayı tavsiye eden bir peygamberin ümmetidir.
Sabah işyerine geldiğinde parçalanmış camları, yağmalanmış eşyaları gören bir esnafın gözyaşı ile yapacağı beddua dahi Allah korkusu taşıyan bir insanın geri durması için yeter de artar bile. İnsanî ve ahlâkî değerlere sahip bir kişi, hak arıyorum diyerek bir başka kişinin gözyaşı dökmesine neden olamaz.
Bizim inancımız, bırakın zarar vermeyi, rızası olmadan bir kimsenin malından az da olsa faydalanmayı bile yasaklamıştır. İslâm hukukunun bir özeti olan Mecelle şöyle der: "Bir kimsenin mülkünde mal sahibinin izni olmaksızın başka bir kimsenin tasarruf etmesi caiz değildir."(Madde 96)
Kamu malına zarar vermeye gelince, bunun vebalinin ne kadar ağır olduğunu anlamak için şu ayete bir bakalım: "Her kim hıyanet eder, kamu malından bir şey aşırırsa, aşırdığını kıyamet günü yüklenip getirir." (Âl-i İmran, 161)
Şimdi kendimize soralım: Devlete ait bir şeyin aşırılmasına müsaade etmeyen bir din acaba bu mala zarar verilmesine nasıl bakar?
Şunu da hatırınızdan çıkarmayın: Kaçak elektrik ve su kullanmanın da bundan bir farkı yoktur. Bunlar da sonuçta bütün bir milletin ya da bir şirkete aitse onların hakkıdır. Hele de kaçak kullanılan su ile abdest alıp yine kaçak kullanılan elektrik lambasının ışığında namaza durmak ne kadar doğrudur ki!