Bizler Allah’ı sıfatları ile tanırız, iman ederiz. Allah’a imanın sonucu olarak ta kadere iman ederiz.
Kadere iman Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına imandır. Çünkü ilim ve irade sıfatları kader ile ilgili, tekvin sıfatı ise kaza ile ilgilidir. Kader, Allah’ın ilim sıfatı ile olacakları bilmesi, dilemesi, kudretini devreye sokup yaratmasıdır.
Aslında kader, iç yüzünü ancak Allah’ın bilebileceği mutlak ve kesin biçimde çözülmesi mümkün olmayan ilahi bir sırdır. Bunun sebebi ise zaman ve mekân kavramları ile yoğrulmuş insan aklının, zaman ve mekân ile sınırlı olmayan ilahi ilmi, iradeyi ve kudreti kavrayabilme güç ve yeteneğinde olmayışıdır. Resulüllah Efendimizin kader ile ilgili olarak “Kader konusuna dalmayın. Siz bunun ile emrolunmadınız.” uyarısı kader konusunu kesin çözüme kavuşturmak, kapasiteyi zorlamak, imkânsıza talip olmak anlamına geldiği içindir.
Ancak kader mazeret gösterilerek günah işlenmez, işlense bile kendini temize çıkartmak, suçsuz göstermek doğru olmaz.
Kader, Allah’ın ezeli ilminde her şeyi bilmesi manasında elbette vardır. Şu ayet bunun delilidir: “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.”
Ayetin devamında da bunun hikmeti açıklanmaktadır. “Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (Hadid 57/22)
Ama kaderin olması tedbire mani değildir. Eğer mani olsaydı Yakup (as) oğullarına Mısır’a girerken farklı kapılardan girmelerini öğütlemezdi. “Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.”
Buradan şu hükme varabiliriz; kul kendi fiillerinde hürdür, baskı altında değildir. Yani Allah’ın ilmi mücbir/zorlayıcı değildir. Allah (cc) insanların irade sahib olmasını takdir buyurmuştur. Şu ayette bu konuya ışık tutmaktadır. “Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.”(Fussilet 41/46)
O halde insanlar sorumluluklarını bilip güzel işler yapmalı, çirkin işleri terk etmeli ve Allah nezdinde makbul kul olmaya çalışmalı, ahret mükâfatı için uğraşmalıdır.
Sorumluluklar; iradi olanları vardır, iradi olmayanları vardır. Nefes alıp-verme, kalp atışları, mide hareketleri iradi olmayan davranışlardır. Ancak oturup-kalkma, el-kol hareketleri iradi davranışlarımızdandır. Yani gıdayı kazanıp, ağzımıza götürene kadar hatta çiğneyip, boğazımızdan ininceye kadar sorumluyuz. Boğazdan geçince sorumluluk düşer.
Tevekkül kadere imanın bir sonucudur. Tevekkül inananları diri ve hayatta tutacak çok önemli prensiplerden biridir. Tevekkül konusundaki yanlış algı insanı pısırık, basit işleri bile yerine getiremeyen kişi haline getirir.
İslam toplumlarında farklı tevekkül algıları ortaya çıkmıştır. Yerleşik tevekkül algısı bir misalle izah edecek olursak şöyledir: Çiftci, zamanında tarlayı sürer, tohumu atar, sular, zararlı bitkilerden arındırır, ilaçlar, gübresini verir, sonra Allah’a tevekkül eder.
Hâlbuki Kur’an’ın tevekkül anlayışı böyle değildir. Kur’an’ın tevekkül algısı, bir işi yapmaya karar verildiği andan başlar. Resulüllah’a hitaben inen şu ayet bunun delilidir:
“O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran 2/159)
Resulullah’ın bir bedeviye hitaben söylediği “deveni bağla sonra tevekkül et” sözü tevekkülü, sebebe tevesülün yerine koyma yanlışlığına düşen bu bedeviyi uyarma amaçlıdır. Yoksa esabab-a tevesülü ortadan kaldıran bir şey değildir.
Bu açıklamalardan sonra tevekkül mü öncedir, çalışmak mı öncedir tercihinde aslında ne tevekkülün çalışmaya, ne de çalışmanın tevekküle tekadümünü öngörmediğimizi ifade etmeliyim. Tevekkül, özelde o iş hususunda çalışmakla birlikte olacaktır. Genel anlamda ise mü’min her daim tevekkül içerisinde olan insandır.
Tevekkül, azmedilen işte Allah ile bağlantı kurmaktır. Bu bağlantı ne kadar güçlü olursa belirsizlik, bilinmezlik bizi korkutmaz, davranışlarımıza olumsuz etki etmez.
Allah’a emanet olunuz.
Enver Osman KAAN
Trabzon Akçaabat Eğitim Merkezi Öğretmeni