Yaşlı adam eşinin tabutunun arkasından yürüyordu... Yürümüyor da kendini sürüklüyor gibiydi. Birlikte yaşadıkları yılların tüm zorluklarını yüklenmiş kadar yorgundu...
Bir yandan da dudakları kımıldıyor, sadece kendisinin duyabileceği kadar alçak bir sesle aşkını itiraf ediyordu:
''Seni çok seviyorum, bebeğim...''
Yaşlı kadının tabutunu musallaya uzattılar... Tam önünde durdu... Cemaat iki yanına ve arkasına dizildi. Gözlerini tabuttan alamıyor, kıpır kıpır dudakları hayata en güzel cümleyi fısıldıyordu:
''Seni seviyorum güzeller güzeli.''
İmam, cemaatten haklarını helâl etmelerini isteyince öyle bir içtenlikle helâl etti ki, duyanlar, yaşlı adamın yüreği koptu sandılar.
Oysa karısını sevdiğini bile bilmiyorlardı. Çünkü sevgiyi itiraf etmeyi ''zaaf'' sayan bir törenin çocuğuydu. Anlayacağınız standart erkeklerden biriydi. Hatta biraz da fevriydi: Çabuk öfkelenir, öfkelendiğinde avaz avaz bağırırdı.
Şimdi tabutunun içinde musallada yatan karısı çoğunlukla gülümser, kızgınlığının geçmesini beklerdi.
İmam ölümden söz ediyordu. Yaşlı adam gözünde iki sıra yaşla bakındı. Herkes imamın anlattıklarına dalgındı: Belli ki kendi geleceklerini düşünüyorlardı. Ağır ağır uzanıp tabuta dokundu:
''Seni seviyorum canımın içi!'' diye mırıldandı tekrar.
Dile kolay, tam elli yılı birlikte yaşamışlardı. İyi günleri de olmuştu kötü günleri de. Yokluğu da görmüşlerdi, varlığı da. Karısı bir gün bile yakınmamış, kendisi herhangi bir sebeple paniğe kapıldığı zamanlarda, her şeyin düzeleceğini söyleyerek teselli etmişti.
Gözyaşlarıyla perdelenmiş gözlerle tabuta baktı:
''Seni deliler gibi sevdim can yoldaşım, son anıma kadar da seveceğim.''
Namaz ve dua bitince birkaç delikanlıyla birlikte tabutu omuzladı... Zaten zor yürüyordu, ama karısını taşımak istiyordu.
''Taşıyacağım, çünkü seni çok seviyorum karıcığım.''
Mezarlığa geldiler. Yaşlı adam hep aşkını haykıran cümleler kuruyor, dudakları fısıldamaktan yorulunca, ya da birileri tarafından duyulma ihtimali belirince, beyniyle konuşuyordu: ''Her gün tazelenen bir aşkla sana bağlıyım.''
Kendisini kimsenin duymasını istemiyordu... ''Kılıbık'' derler diye, adı ''light erkek''e çıkar diye korkuyordu hâlâ. Ne de olsa tüm mahalle onu ''kazak erkek'' olarak bellemişti. Bu yaştan sonra zaafını (sevgisini) belli edip dillere destan olamazdı. Yıllar boyu aşkını nasıl içinde tuttuysa yine içinde tutacak, karısından sonrasını bile ''kazak erkek'' havalarında yaşayacaktı. Yüreği yarılacaktıysa yarılsındı...
O da toprak attı karısının üzerine gözyaşlarıyla: Her küreğe aşkını döktü, dua gibi karısının ruhuna gönderdi.
''Seni seviyorum bahar gözlüm.''
Cemaat dağılmaya başladığında o diz çöktü. Karısının mezarından aldığı taze bir avuç toprağı burnuna götürdü, gözlerini kapadı; karısını son kez koklarken yine o sihirli cümleyi söyledi:
''Seni çok seviyorum, meleğim.''
Büyük oğlu ile ortanca kızı yanına geldiler. Büyük oğlu:
''Tamam babacığım'' dedi koltuklayıp ayağa kaldırmaya çalışırken, ''Haydi baba! Onu çok sevdiğini biliyoruz, ama artık eve dönme vakti.''
Yaşlı adam ellerini yüzüne kapayıp hıçkırıklarını tutmaya çalışırken:
''Onu çok seviyorum, ama bunu kendisine hiçbir zaman itiraf edemedim.'' (Alıntı)
Evet, çok acı ve bir o kadar da garip bir durum. Canından çok sevdiği eşine, onu sevdiğini söyleyememek.
İnsan sanki korkuyor sevmekten, sevilmekten. Çekiniyor belki de sevdiğine sevdiğini söylemekten. Kinini, nefretini, söylenmemesi gereken sözleri bir çırpıda ağzından çıkarıveriyor da, diline güzel sözleri söylemeye fırsat vermiyor. ''Kahrol'' demeyi ''canım'' demeye, ''defol'' haykırışını ''yanındayım'' güzelliğine, ''lanet birisin'' ifadesini de ''harikasın'' demeye tercih ediyoruz.
Bir gün Peygamberimizin yanında oturan bir adam, yoldan geçen şahsı Kâinatın Efendisi'ne gösterdi:
''Yâ Rasûlallah! Ben şu adamı çok seviyorum'' dedi.
Peygamberimiz:
''Onu sevdiğini kendisine söyledin mi?'' diye sordu.
''Hayır, söylemedim'' deyince:
''Hemen git ve ona kendisini sevdiğini söyle!'' buyurdu.
Sahabe yerinden kalktı; o zâtın arkasından yetişti ve:
''Ben seni Allah için seviyorum'' dedi.
O da ona şu nefis cevabı verdi:
''Beni rızası için sevdiğin Allah da seni sevsin.''
Bu hadiste peygamberimiz sevdiklerimize, ''seni seviyorum'' demeyi bize bir görev olarak yüklemiştir. Bu hadis vesilesiyle, acaba kaç kişiye Allah için kendisini sevdiğimizi söyledik hatırlayanınız var mı?
Eşimize, çocuğumuza, annemize, babamıza, komşumuza, iş arkadaşımıza, kaç kere bu sihirli ifadeyi kullandık? Bir bunu düşünelim, bir de, kaç kere bunun aksine onları kıracak, kendimizden soğutacak, kötü, kirli, kaba kelimeleri pervasızca yüzlerine haykırdığımızı...
Gelin hep beraber, şeytanı kahredecek, buna mukabil Allah ve Rasulünün hoşuna gidecek bu hadisi uygulayalım ve sevdiklerimize, ''onları sevdiğimizi'' haykıralım...
Kalplerde sevgi tomurcuklarının açması için, katı yüreklilerin merhamete gelmesi için, kalplerdeki nefretin kaybolması için sevdiklerimize onları sevdiğimizi haykıralım. Bundan hiç çekinmeyin ve korkmayın. Günah falan da olmaz ha! Aksine çoook büyük bir sevap işlemiş oluruz.