Hz. Osman'ın ''Allah, nasip ettirmeyeceği şeyi hayal ettirmezmiş'' diye anlamlı bir sözü vardır.
Çoğumuz, hayatımızda bu sözün içeriği ile ilgili bir takım yaşanmışlıklara şahit olmuşuzdur.
İşte, yıllar önce İspanya'ya gidip Endülüs Emevi Devleti'nin muhteşem mirasını görmeği hayal etmiştim.
Bir İlaç dağıtım şirketinin İspanya'da yapacağı eczacılıkla ilgili bir toplantıya davet edildiğimde bu hayalimi gerçekleştireceğimi düşünmüş, bir hayli sevinmiştim.
Evraklarımı tamam edip ilgili firmaya göndermiş ,özetle her türlü hazırlığımı yapmış, gidecek günü iple çekmeye başlamıştım.
Ne var ki benimle birlikte birkaç eczacının vizesi çıkmamış ,dolayısıyla bu geziye katılamamış, Endülüsü görme hayalimiz bir başka bahara kalmıştı.
Aradan yıllar geçti. Eşimle birlikte İspanya ve Portekiz'le ilgili yeni bir gezi için niyetlendik. Vizemizi aldıktan sonra 27.10.2017 tarihinde İstanbul Atatürk Hava Limanı'ndan İspanya'nın Malaga şehrine gitmek üzere THY uçağına bindiğimizde ''Nasip bu güneymiş'' deyip koltuklarımıza oturduk.
08.40 başlayan yolculuğumuz İspanya yerel saati ile saat 12.45 de sona erdi.
Malaga Havaalanı'ndaki pasaport işlemlerimiz çok kısa sürdü.
Rehberimiz Kamil Bey, 25 yıl İspanya'da kalmış ve üniversiteyi burada bitirmiş profesyonel bir rehberdi.
Aracımız bir saat gecikeceği için, tur rehberimiz Kamil Güller bizi havaalanındaki bir kafeye götürüp çay ve kahve ikramında bulundu.
Bu aşamada bende etrafı izlemeye başladım. İlk öğrendiğim İspanyolca kelime ,çıkış manasına gelen ''Salida'' oldu.
Bir müddet sonra aracımız geldi. Portekizli olan kaptanımız Nuno ile tanışıp, aracımıza bindik. Bu esnada Portekizce merhabaya ''Bondia'' denildiğini öğrendik.
Malaga'nın da içinde bulunduğu bölgeye ''Cennetin Olduğu Yer'' manasına gelen Endülüs veya Andolus deniliyormuş.
Bu bölgede Sevila, Malaga ve Granada isimli üç şehir bulunuyor.
Panoramik Malaga turuna başladığımız da Kamil Bey, saatlerimizi bir saat geri almamızı söyleyip, İspanya hakkında kısa bilgiler vermeğe başladı.
Dükkanların bir kısmının kapalı olduğunu gördüğümüzde Kamil Bey, Araplar dan bu güne kalan alışkanlıklardan birinin ''Siesta'' olduğunu anlatıp, bu gelenekten dolayı İspanyolların saat 14 00-17 00 arasında uyuduklarını, istirahat ettiklerini ifade etti.
Malaga, ''Güneşli Kıyılar'' olarak adlandırılıyor ve 750 000 nüfuslu özerk bir bölge.
Yazın nüfusun iki katına çıktığı Malaga'da en büyük sektör turizm.
İspanyollar ,İngiliz turistleri çekmek için ''Tatile Gelin, Güneş Yoksa Paranızı İade Ederiz'' diye bir slogan ortay atmışlar.
İspanyanın, Barcelona ve Valencia'dan sonra üçüncü büyük limanı Malaga' da bulunuyor.
Şehirde zeytinyağı ve bira fabrikalarının çokluğu göze batıyor.
Yolculuğumuz esnasında görkemli yapısıyla Malaga Kültür Merkezi ile liman girişini gördük.
Evlerdeki yeşil perdeler dikkatimizi çekti. Zaman önce fakir evlerinde bu perdelerin kullanıldığını ve günümüze kadar bu alışkanlığın devam ettiğini anlatan rehberimiz ,levhalarda A ve L harfleri varsa bunun Arapçadan geldiğini ve ön ifade olarak kullanıldığını hatırlattı.
Gezimiz sırasında evlerin balkon ve pencerelerine asılan sarı kırmızı renkteki İspanya bayrakları dikkatimizi çekti.Rehberimiz, bu durumun Katalanların ayrılma isteklerine karşı bir refleks olduğunu ifade etti.
2002 yılından sonra ekonomik açıdan gelişen İspanya'da asgari ücret 900 ve 1200 Euro arasında değişiyormuş. Liman Caddesi'nden geçerken billboardlarda 12 000 Euro'dan satılan araba reklamlarına gıpta ile baktığımızı söyleyebilirim.
İspanyollar çok rahat bir millet. işlerini çok ağır görüp, son derece yavaş hareket ediyorlar. Kamil Bey, bu yüzden dolayı lokantalarda sipariş konusunda sıkıntılar yaşayabileceğimizi hatırlattı.
İspanya da polisin hırsızlık olaylarında darp yoksa karışmaması çok tuhafımıza gitti.
Kızarmış balık, bulgurlu pilav ve ''Caspaco'' denilen çorba yiyecekleri arasında ön planda bulunuyor.
Trafik son derece düzenli. Yayalar adımlarını atınca tüm araçlar duruyor. İçimizden biz de böyle bir trafik olabilir mi ? diye sormadan edemiyoruz.
Malaga'nın en büyük katedrali olan Santa Maria Katedrali'ne geldik. Buranın daha önce cami olduğunu öğrenip caminin kalıntılarını gördüğümüzde içimiz sızladı .
Sol tarafımızda görkemli Malaga Meclis binasını gördük ve Marsed meydanına geldik.
Malaganın yetiştirdiği ünlü isimlerden biri Picasso diğeri ise Antonio Banderos'muş.
Picasso'nun heykelinin olduğu park turistlerle doluydu. Turistler bu heykelle fotoğraf çektiriyordu. Biz de fotoğrafımızı çektirdikten sonra karşıda ki Picasso'nun evini gördük ve Malaga'nın önemli kültür merkezi olan Tiyatro Cervantes'e geldik.
Rehberimiz bizi yöresel bir pazara götürdü. Fazla bir çeşit yoktu. Domuz butları ayak tırnakları üzerinde raflarda asılıydı.
Bu esnada İspanyolca domuza, ''Cerdo'' pastırmaya ''Jamon'' hamsiye benzeyen balığa ise ''Bocorones'' denildiğini öğrendik.
Pazardan çıktıktan sonra Larius Caddesi'ne geldik. Ne yiyeceğimizi düşünürken biraz ileride ''Ala Turca'' isimli bir lokantayı görünce hemen oraya yöneldik.
Lahmacun, pizza ve kebap satan bu yeri Bingöl'ün Kığı ilçesinden gelen Yılmaz kardeşler işletiyordu.
Biz de gönül rahatlığı ile etsiz pizzamızı yiyip, vatandaşlarımızla vedalaşıp ayrıldık.
Bu arada ekmeğe ''pan'' suya ''aqua'' denildiğini de öğrenmiş olduk.
Saat 18. 00 sularında Malaga'dan ayrılırken sahildeki bir meydanda büyük bir kalabalığın coşkulu bir şekildeki kutlamalarına tanık olduk. Bu gösterinin Katalon Meclisi'nin feshedilmesinden dolayı yapıldığını öğrendik.
Araplardan günümüz ispanyasına siesta ve turrone denilen bir tatlı kalmış. ''Yükseğe kurulmuş şehir'' manasına gelen Granada'ya doğru yol alırken , tüm arazinin zeytin ağaçları ile ekili olduğunu gördük.
İspanyollar her yere zeytin ağacı ekip, hiç boş yer bırakmamışlar.
Granada'ya yaklaşırken Nevada Sierra isimli sıradağları gördük. Bu dağlar bizim Palandöken'e benziyordu. Sırtında kar örtüsü vardı. Zaten, burası önemli bir kayak merkeziymiş.
600 000 nüfuslu Granada'ya gelince vakit epey geçmişti. Otelimize yerleştik ve Erzurum'dan getirdiğimiz kete ve çörekleri yiyerek günün yorgunluğunu atmak üzere derin bir uykuya daldık.
Cumartesi günü Sabah 09 00 da Granada'dan, Alahram'a gitmek üzere yola çıktık.
Yol üzerindeki evlerde bulunan yüksek kuleler dikkatimizi çekti. Rehberimiz bu kulelerin havalandırma için yapıldığını söyledi.
Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi caddeler çok genişti ve ortalarında halkın oturup dinleneceği parklar bulunmaktaydı. Sabahın erken saatlerinde bisikletli gençlerin çokluğu dikkatimizi çekti. Sabah 09 30 olmasına rağmen işyerleri kapalıydı. Şehrin simgelerinden olan Nar Heykeli'nden geçtik ve kutsal tepeye geldik. Kenarlarda çingenelerin yaşadığı mağaralar vardı.
Müslüman,Hıristiyan ve Yahudilerin iç içe girmiş mahalleleri hoş görünün bir yansıması olarak günümüze kadar gelmişti.
751 yılında İspanya'ya gelen Müslümanlar 1080 yılında krallık kurmuşlar ve Medına şehrini inşa etmişler.
Geldikleri bölgeye önemli katkılar sağlayan Müslümanların egemen oldukları dönemde okuma yazma oranının %80 gibi yüksek oranda bulunması çok anlamlıdır.
1492 yılında son Granada Krallığı ortadan kalkıyor ve Şarlken 1520 yılında buraya bir saray yaptırıyor.
1900 yıllarında bu Saray sahipsiz kalmış evsizlerin barınağı olmuş.
6 km uzaklıkta olan El Hamra Sarayı'na gittik. Etraf uzun ömürlü selvi ağaçlarıyla süslenmişti.
Saray'ın bahçesi hayal alemi gibiydi. Oldukça muhteşem bir peyzaj vardı.Su sesi ve ağaç süslemeleri ile sanki yalancı cennetti
Burada yazlık ve kışlık olmak üzere iki saray vardı.
İlk önce yazlık saraya gittik. Etrafta turunç ağaçları vardı. Solda ahır, sağda askerlerin kaldığı yerler ve binek taşları mevcuttu. Burada hiçbir şey doğrusal değildi .Savunma maksatlı yapılmış zikzaklı bir yapılanma gördük.
İkinci avluya geldiğimizde karşımıza bir şadırvan çıktı. Giriş kısmında seramik kalıntıları vardı.
Sultan'ın bakı noktasından manzara muhteşemdi. Sağ tarafımızda ''kufi'' yazısı (geometrik) ilgimizi çekti.
Mutehhar stili çoğu yerde vardı. Saray'ın her yönünde ''La Galibullah'' yazıyordu.
Ahşap kısımlarda çivi kullanılmayan kundekari işçilik hakimdi. Su ihtiyacı su kemerleri ile karşılanmıştı.
Sarayın harem kısmına geldik. Rivayete göre burada 18 koruma varmış. Bu korumalardan biri Sultan'ın eşlerinden biriyle gönül ilişkisine girmiş.Bu olay duyulunca Sultan bu 18 korumadan hangisinin ilişkiye girdiğini sormuş? cevap alamayınca 18 korumanın kellesini vurdurmuş.
Buradan ayrıldıktan sonra Madina denilen kışlık sarayın bulunduğu yere gittik.Sağda hamamlar vardı. Bir zamanlar cami olan yerde şimdi kilisenin olmasına üzüldük.
Madina'dan ayrıldıktan sonra Şarklen'in yaptırdığı Saray'a geldik. Girişte iki tane Herkül sütunu vardı. İçeride Alhamra Müzesi bulunuyordu. Müzenin ortasında dünya küresi vardı. Ceylan derisi Kur'an-ı Kerimler,güneş saati,paralar,sütun başlıkları, ocaklar, sarnıç ,ahşap saray kapısı, küvet, cami alemi, aslan heykelleri ,çeşme, ahşap satranç takımı, ipek kumaşlar, parfüm şişeleri, cam şişeler ,seramikler özenle sergilenmişti. Her parçası tek tek monte edilmiş sedef kaplı kapı ile oymalı ahşap kapı muhteşemdi.
İyonik başlıkların olduğu sarayın altı idari kısım olarak kullanılmış . Saray'da ki havuzların hem estetik hem de serinletici özellikleri bulunuyormuş.
Saray'ın ilk planın da kubbesi varmış daha sonra iptal edilmiş. Buradan çıktıktan sonra barut, ok, silah üretiminin yaptığı Alcazaba'ya geldik.
Dışarı çıkılan kapının üzerinde şehrin anahtarı bulunuyordu. Granada'nın merkezine doğru yola çıktık ve Krallar Caddesi'ne ulaştık. burada Kraliçe İsabella'nın, Krıstof Kolomb'a destek verdiğini sembolize eden bir heykel vardı
Bu anlamlı heykeli görüntüledikten sonra ''zoco'' denilen alış veriş merkezine geldik. Esnafın çoğunun Arap asıllı olduğu bu çarşı çok renkliydi. Hediyelik eşyalar insanı cezbediyordu. Alış veriş hevesimizi yerine getirdikten sonra , çarşının mallarının saklandığı bir Han'a girdik. Anadolu'da bulunan hanları çağrıştıran bu kervansaraydan çıktıktan sonra cadde ve sokaklarda gezerken,renkli kostümler içindeki yaşlı insanlardan oluşan müzisyenlerin sunduğu konseri izleme şansını bulduk.
Sembolü Nar olan ve adını Nar'dan alan Granada'dan saat 14.30 da Sevila'ya gitmek üzere aracımıza bindik.
Devam edecek