Anadolu, askeri ve siyasi açıdan elde tutulması oldukça güç olan bir vatan toprağıdır. İç ve dış tehditlerin eksik olmadığı bu coğrafyada ayakta kalmak, büyük bedeller ödemekle mümkün olmaktadır.
Bulunduğumuz coğrafyanın şartları bizi böyle bir mücadelenin içinde olmaya zorlamakta, dolayısıyla her karış toprak için şehitler vermekteyiz
Kanla, irfanla kurmuş olduğumuz Türkiye Cumhuriyetine yönelik tehdit ve saldırılar dün olduğu gibi bu gün de sürmekte,100 yıl önce Erzurumu düşman işgalinden kurtaran Türk ordusu bu gün de varlığımızı tehdit eden unsurlara karşı şanlı bir mücadele vermekte, özetle, millet olarak bedel ödemeye devam etmekteyiz.
Bağımsızlığın, acı, göz yaşı ve kan ile sağlandığı vatanımızda bu bedeli en fazla ödeyen şehirlerin başında Erzurum gelmektedir.
Hatırlanacağı üzere Erzurum, son olarak 1916 yılında Ruslar tarafından işgal edilmiş, bu karanlık günler iki yıl sürmüştür.
Acının, ıstırabın, göz yaşının eksik olmadığı bu esaret günlerinde göçler yola dizilmiş,1917 Ekim Devrimi münasebetiyle ülkelerine dönen Rus kuvvetlerinden sonra, şehri ellerine geçiren azgın Ermeni çeteleri, çocuk, kadın, yaşlı demeden binlerce Erzurumluyu hunharca katletmiştir.
Aradan geçen bir asra rağmen, bugün Yanık Dere Şehitliğinde, Ilıcada, Alacada, Yeşilyaylada, Cinisde, Tepeköyde ve şehrin eski mahallelerinde bu vahşetin izleri hala canlılığını korumaktadır.
Erzurum, bu kâbus dolu günlerden Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki şanlı ordumuzun İstanbul Kapısından şehre girmesiyle kurtulmuş, kısa sürede yaralarını sarıp, 23 Temmuz 1919da Erzurum Kongresine ev sahipliği yaparak, Milli Mücadelenin ilk meşalesini yakmıştır.
Bu karanlık günlerde Erzurumlu, bayrağın, özgürlüğün, vatan toprağının, ordunun, ezanın, vefanın önemini bir kez daha görmüş; acının, hasretin, gözyaşının, esaretin kıskacında olgunlaşarak, milli refleksin en fazla hissedildiği şehir olarak hafızalara kazınmıştır.
Milletlerin varlıklarını sürdürebilmeleri, geçmişi unutmamaları ve yaşananlardan ders çıkarmaları ile mümkün olmaktadır.
Bu yüzdendir ki tarihçiler, Geçmişi unutanlar, gelecekte aynı şeyleri yaşamaya mahkumdurlar diyerek bu gerçeğe dikkat çekerler.
Bu bakış açısıyla bir değerlendirme yapıldığında, esaretten özgürlüğe giden bu süreci canlı tutmanın ve gelecek nesillere aktarmanın tarihsel bir sorumluluk olduğu ortaya çıkmaktadır.
Ne hazindir ki aradan geçen 100 yıl içerisinde bu sorumluluğu tam manasıyla yerine getirdiğimiz söylenemez.
Buna mukabil, Ermeni diasporasının 100 yıl içerisinde yavuz hırsız, ev sahibini hırsız çıkarır türünden dünya genelinde yaptığı propagandalar ise hissedilir düzeydedir.
1915 olaylarını Ermeni soykırımı olarak kabul eden ülke sayısının her gün artması diasporanın faaliyetlerini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Geçen 100 yıllık süre zarfında haklı davamızı dünyaya anlatamamamız, günü kurtarma politikalarının bir sonucudur ve bu konuda ciddi adımlar atmadığımız ortadadır.
11-12 Mart 1918 yılında Ermeni çetelerinin 3000 Müslüman Türkü hunharca katlettikleri Yanık Dere Şehitliğinin aradan geçen 100 yıla rağmen yeni proje ile gün yüzüne çıkarılmaması ve kaderine terk edilmesi ihmal edilen önemli bir eksikliktir.
Ermeni vahşetinin somut örneklerinden olan Ezirmikli Osman Ağa ve Mürsel Paşa Konaklarının günümüze kadar muhafaza edilmemesi büyük bir sorumsuzluk örneğidir. Buna rağmen bu iki konağın bulunduğu Tahtacılar semtinde yaşanan vahşeti anlatan bir anıtın veya bilgilendirme levhalarının olmaması da konuya bakışımızı gösteren bir durumdur.
İki yıllık işgal yıllarında Erzurumlu acıyı ve esareti yaşadığı gibi teba-i sadıka denilen Ermenilerin ihanetini ve yardımlarına koşan Azeri kardeşlerinin vefasını da görmüştü.
Yapılan ihaneti ve vahşeti tüm gerçeklere rağmen dünyaya tanıtamadığımız gibi vefa konusunda da ihmallerimizin olduğu ortadadır.
En zor günlerimizde imdadımıza koşan ve yaptıkları fedakarlıkları canlarıyla ödeyen başta Genceli Seyidov olmak üzere Bakü Cemiyeti Hayriyesinin yiğit üyelerinin aziz hatıralarının yaşatılması konusunda iyi bir sınav verdiğimiz söylenemez.
Gence ile Erzurumun kardeş şehir ilan edilmemesi bu konudaki zafiyetlerimizden biridir.
Dünya kamu oyuna haklı davamızı duyuracak Müslüman Türk soykırımını anlatan bir filmin hazırlanmaması ise yine önemli bir eksiğimizdir. Konuyla ilgili roman ve hikaye türü edebi eserlerin yetersizliği ise ihmaller zincirinin başka bir halkasıdır.
40 000 Müslüman Türkün hunharca katledildiği Erzurumda, Müslüman Türk Soykırım Müzesinin olmaması da izaha muhtaç bir konudur.
Bu konuyla ilgili olarak Gez Köyünde bulunan kilisenin restore edilip, Müslüman Türk Soykırım Müzesi haline dönüştürülmesi düşünülebilir.
12.Mart 2018 Pazartesi günü Erzurumun düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yılını matem-i neşe içerisinde idrak edeceğiz. Geçmişte yaşanan acıları hatırlayarak, geleceğe ümitle bakıp, ezelden beri hür doğmuş ve hür yaşamış olan yüce Türk Milletinin geçmişte olduğu gibi günümüzde de her türlü iç ve dış tehditleri yenecek güç ve azimde olduğunun gururunu yaşayacağız.
Düşman işgalinin 100. yılında, Allah yüce milletimize bir daha böyle karanlık günler yaşatmasın diyor, bu aziz vatanı canları uğruna bize emanet eden şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyor, onların azizi hatıraları önünde saygı ve tazimle eğiliyorum.