Bir uygarlığın temeli insan, evren ve Tanrı anlayışına dayanır. Bu anlayışa bağlı olarak insana verilen değer ve haklar o uygarlığı diğer uygarlılardan ayırır.
İnsan nedir sorusu insanlığın çok geç sorduğu bir sorudur. Öncelikle insandan daha çok dış maddi dünya onu ilgilendirmiştir. Maddi dünya eskilerin ifadesiyle "anasır-ı erbaa" 4 unsurdan" oluşur: su, hava, ateş ve toprak. Binyılı aşan bir süreden sonra insan nedir sorusu sorulmuş. "Kendini bil", "kendini bilen Rabbini bilir" denmiş.
İnsan, Arapça "ins" kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. İnsan, "Beşer, insan topluluğu" anlamına gelmektedir. Eski Türkçede insan "kişidir". Bu ya "er kişi" ya da "hatun kişidir". Cenaze namazından önce, er kişi ya da hatun kişi adına niyet edilir.
İnsan doğmak ve insan olmak bir süreçtir. Kuran'a göre insan beden yapısıyla toprağa, akıl yanıyla Tanrı'ya aittir. Topraktan geldiniz toprak olacaksınız ve akıl yanıyla Tanrı'ya döneceksiniz anlayışı vardır.
En yüksek Hint kültüründe de insan bütün canlılarla kendisini bir tutar. Bütün canlılar birbirlerine bağlı olarak bir aradadırlar.
Klasik Yunan'da insan söz, düşünme ve akıl anlamlarını içeren logos sahibi olması nedeniyle bütün varlıklardan ayrılır ve üstüne çıkar. Bu yanıyla Tanrı bağlanır.
Bu anlayış İslam öncesi Türklerde de vardır. Kişi "us" yani akıl yanıyla diğer varlıklardan daha üstündür. Bu üstünlüğünü Tanrıdan pay aldığı "us"la kazanır. Uslu (akıllı) insan, usunu (aklını) en doğru yerde ve doğru zamanda en iyi biçimde kullanandır. İnsan usu sayesinde Tanrı'ya benzer iş işler.
İslam anlayışımızda ise insan yeryüzünün "halifesidir." Halef sonraki demektir. Tanrı yeryüzünün yaratılışını tamam etti, sonra insanı yarattı. Ona şimdi Tanrı'nın adına değil, rızasına uygun vekil olarak yeryüzünü imar etmede doğru, iyi ve güzel iş yap dedi. Çünkü insan donanım açısından diğer varlıklardan daha yetkindir. Sanatkârlar O'nu taklit eden en iyi halifelerdir.
Hristiyan düşüncesinde Tanrı-insan, Tanrı-oğul düşünceleri ile kendisi hakkındaki bilincinde yeni bir anlayış gelişti. Kendisini Tanrı'nın bir parçası olduğunu sayarak kendine bu anlayışıyla önem verdi.
Eski Türk anlayışında Tanrı, Tanrı olarak, kişi, kişi olarak kaldı. İnsan Tanrı'dan aldığı "us" ve "kut" sayesinde değer buldu. Bu anlayıştan ötürü de kişi oğlu ya da kişi kızı sadece küçük bir yıldızda oturan bir varlıktır. Ancak us (akıl) yoluyla tabii olaylara nüfuz edebilecek güçtedir.
Farabi, insan usunu/aklını Tanrı'ya bağlar. Tanrı hem akıl hem akil hem de makuldür. Yani Tanrı hem akıl hem akıl eden hem de akıl edilendir.
Bu anlayış Descartes'te de aynıdır. Leibniz için de insan bir küçük Tanrı'dır.
Batı uygarlığında "Homo sapiens" ifadesiyle insan bir akıl varlığıdır. Onu hayvandan ayıran ide/fikir budur. Bu akıl tanrısal bir logosun parçasıdır. "Anima rationalist" düşünen canlıdır. Eskilerin ifadesiyle insan "hayvan-ı natık" konuşan/düşünen canlıdır.
Yahudi-Hristiyan insan anlayışında Âdem ve Havva'nın yaratılışı, cennetten kovuluşları bir diğer ifadeyle oradan düşüşleri ve yasak meyveden yiyerek ilk günahı işlemeleri fikri çok etkili oldu. İnsanlık tarihi insanın kovulduğu öz yurduna yani cennete geri dönme ve günahını affettirme çabasıdır.
İslam anlayışında ise asli günah anlayışı değil, insanın günahsız oluşu egemendir. İnsan sınanması için nankörlük, geçici hazlara düşkünlük, cimrilik, umutsuzluk, unutkanlık, böbürlenme, acelecilik, gerçeğe karşı direnme, inkârcılık vb. zaaflarla yaratılmıştır. İnsanlaşma sürecinde bu zaaflarını yenmeyi öğrenmekle sorumludur. Özünde en güzel şekilde yaratılan insan, bunu başaramadığı zaman aşağıların aşağısına düşmeye mahkûmdur. Kendisinin ve dünya hayatının geçici olduğu ve ölümün kaçınılmazlığı bilinci ona en akıllıca işin yeryüzü sınavını ve sınanmasını başarıyla geçmesini öğütler.
İnsan bu dünya hayatında sınanma ve başarma çabası içerisinde ise insanlık tarihi akla uygun işleyen bir tarihtir demektir. Tanrı'dan pay alan ve Tanrı'ya benzer iş işlemesi istenen insanın yaptığı zalimlikler, adaletsizlikler, katliamlar nasıl izah edilir?
Hegel "Dünya tarihi akla uygun işleyen bir tarihtir. Ancak, Tanrısal akıl insan aklına egemense insan kendi özgürlük bilincine eriştikçe kendisinin kişisel özgürlüğünün olmadığının farkına varır." demektedir. Bu anlayış bize Bakara suresi 30'uncu ayeti hatırlatmaktadır: " Ve Rabbin meleklere, 'Ben yeryüzünde bir vekil/halife belirleyeceğim dediğinde, onlar, 'Orda bozgunculuk yapacak ve bir çok kimsenin kanlarını dökecek birisini mi belirleyeceksin? Oysa biz seni övüyor, arılığını seslendiriyor ve kutsallığını ilan ediyoruz? Dediler. O, 'Gerçekten ben, sizin bilmediklerinizi bilirim!" dedi."
Ancak yine Kuran'da insan inanç, akıl ve irade sahibidir. O, yapan-eden ahlaki varlıktır. İnsani görevini yapması için de yükümlülük, sorumluluk, yaptırım, niyet ve gayret sahibi bir varlıktır.
Yukarıda ortaya koyduğumuz insan anlayışına itirazlar Batıda yaşanan Rönesans'tan sonra kendini gösterir.
Antropoloji açısında insan nedir dendiğinde bilen, yapan-eden, değerleri olan, tavır takınan, aile ve devlet kuran, eğitilen, özgür olan, önceden görüp tayin eden ve inanan varlıktır?.
Batı insan anlayışında Tanrı'dan koparılan insan daha çok hayvanla ortak yanları olan bir varlık olarak düşünülür. İnsanın Tanrı'dan koparılışı insanı daha çok sorumluluk taşımasına , kendini daha çok güçlü kılma çabası içerisinde olmasına zorlamıştır. Tanrı'ya gösterilen saygı ve sevginin insana gösterilmesi düşüncesi istendi.
Yunus Emre, Ahmet Yesevi, Hacı Baktaş ve Erzurumlu İbrahim Hakkı düşüncesinde ise insana sevgi ve saygı insanı Tanrı'dan kopararak değil, Ona giden yolun insandan geçtiğini, insanı incitmek Yaratanı incitmek, insana sevgi ve saygı göstermek Yaratana sevgi ve saygı göstermek olarak sayıldı.
Natüralist, pozitif ve pragmatist öğretiye göre insan "homo faber" dir. İnsan us(akıl) varlığı değil, içgüdü varlığıdır. İnsan çok gelişmiş canlı bir varlıktır. İnsanın hayvanla arasındaki ayrılığı bir öz ayrılığı değil, bir derece ayrılığıdır. İnsan yalnızca çok gelişmiş bir canlı varlıktır. İşaret hayvanıdır. Bir alet hayvanıdır. Bir beyin varlığıdır.İnsanda dil alettir. Çalışan, alet yapan, aklını ve mantığını ancak uğraşıları ve çalışmaları ile kuran bir varlıktır. Bergson'a göre, insan iş hayvanı, işaret hayvanı, alet hayvanıdır.
Batı'da insanın akıl varlığı değil, içgüdü varlığı olarak görülmesi sonucunda dünya tarihi bu anlayışla farklı temellendirildi ve yorumlandı.
Birincisi Nietzsche'nin içgüdü anlayışıdır. "Dünya Tarihi" insandaki bir güç istemi, çok güçlü olma arzusu, sayılma içgüdüsü ile oluşmaktadır. Bundan ötürü dünya tarihi güç savaşıdır. Nietzsche'ye göre bu yanıyla insan, utanç vericidir. Bu utançtan sıradan ve nasibi kıt olan sürü insanla ve özgür olan insanla değil, üstün insanla çıkılacağını öğütler. Bu Carly'in "Tarih kahramanların hayat hikayesidir" anlayışı ile Scheler'in "Tarihin taşıyıcıları kahramanlar ve dâhilerdir" anlayışını hatırlar bize.
İkincisi; Marx'ın anlayışıdır. Ona göre "Dünya Tarihi" "Sınıfların Savaşının Tarihidir." Bu savaşa en temel neden de insandaki beslenme iç güdüsüdür. Ekonomi en belirleyici nedendir. Bunun için de insanın akılcı değil yapay ekonomi baskısının bilincinde olması ve ondan kurtulması gerekir.
Üçüncüsü Freud 'in içgüdü anlayışıdır. Freud'a göre insan üreme içgüdüsü, kan karışımları ve halis ırk olaylarıyla tarihini oluşturmaktadır. Tarihe egemen olan insandaki bu içgüdülerdir.
Bizim uygarlığımız yeni gelişen bu anlayışlar içerisinde bocalayıp durmaktadır.
Sadi Şirazi der ki; "İnsanlık Tarih kitabının baş ve son sayfaları yırtılmıştır." İnsan üzerine daha çok konuşulacaktır.
Alexi Carell de , İnsan Bu denen Meçhul adlı eserinde; "Düşünme alışkanlıklarımızı değiştirmeden kendimizin ve çevremizin yeniden canlandırılmasına girişmemeliyiz" der.
Peki siz insandan ne anlıyorsunuz?