Haber Girişi : 27 Mart 2016 23:41

İLERLEDİKÇE GERİLEMEK

İLERLEDİKÇE GERİLEMEK
Gözlerimi kapatıyorum. Ilık bir esinti yüzümü yalayarak etrafımda dönüp duruyor. Aklım dolanıyor, göz kapaklarım ağırlaşıyor. Tatlı bir uyku hali, bir fısıltı "bırak kendini kollarıma" diyor. Tanıdık bir ses, bildiğim ve sevdiğim bir koku bu. Bir bebeğin anasına  sarılması gibi, tüm benliğimi bırakıyorum kollarına.
Beş yaşındayım, Kantarcıoğlu'nun parke taşlı sokağının en üst tarafında evimiz, iki katlı toprak bacalı. Ev kapımızın yanında büyük kesme taşın üzerinde oturmuş naylon ayakkabımın mandalında güneşin oynaşmalarını gülerek izliyorum. Karşıda komşu Saliha Ablam mantısı yakmış ya, gri bir duman ve is kokusu havada. Birazdan başlar leğende, tahta üzerinde ellerini parçalarcasına çamaşır yıkamaya.
Parke taşlarının yol verdiğini düşünemeyecek küçüğüm ya, yukarılardan gelen inceden bir su akıntısı kıvrım kıvrım, bir sağa bir sola zikzaklar çizerek önümden geçtiğini sonradan fark ediyorum. Bir yere yetişmenin telaşında  bir o taşın bir bu taşın arasından hızla akıp gidiyor. Ayağımı önüne uzatıyorum, bana mısın demiyor. Etrafından dolaşıp akmamaya devam ediyor. Kaynağını merak ettiğimden kalkıp yürüdüğümde, Esma Yengenin yün yıkadığını görüyorum. Kızı Zehra Ablada leğenin içinde yünleri ayağıyla ezip duruyor.
Akan su küçük bir dere oluyor neredeyse. Aklıma ilginç bir fikir geliyor, hemen koşup bir teneke kutuya doldurduğum toprakla suyun önüne bir bent yapıyorum. Ayağımı içine daldırdığımda neredeyse küçücük ayaklarımı kaplayacak derinlikte. Tamam diyorum, oldu bu!
Hemen bulduğum bir çubuğun ucuna ip bağlayıp salıyorum gölcüğün içine. Ya nasip! Belki düşer üç beş balık oltama, bekliyorum umutla.
Yaşar geliyor aşağıdan. Bir elinde file, içi erzak dolu, diğer elinde bir kâse yoğurt. Belli ki Bakkal Osman'dan geliyor. Bunları bırakıp hemen geliyorum dercesine bir bakış atıp hızla eve giriyor.
Şimdi yanıma çömelmiş benimle oltaya balık düşmesini bekliyor. Ama değil balık tutmak, oltaya hiçbir şey vurmuyor. Yaşar, altı ay büyük ya benden, daha bilgili, "bu böyle olmaz. Sen hele bekle biraz, geliyorum" diyor bana
Birazdan elinde bir filkete (çengelli iğne)!  Eğip büküp aklımızca olta iğnesine benzettiğimiz kancayı ipin ucuna bağlayıp tekrar salıyoruz göle. Ama nerde! Hiçbir şey yok gene. Düşünüp danışıyoruz aramızda, iki filozof edasıyla.  Buluyoruz nedenini. Su bulanık ya, nasıl ki biz balıkları göremiyoruz, demek ki balıklar da oltayı göremiyor. Öyleyse suyun durulması için beklemeliyiz.
Şimdi gındıllik sürmeye! Elbet bizde bir gün öğreneceğiz fırfırik çevirmeyi Kenan Ağabeyi gibi  Zafer ağabeyi gibi..
Saçlar üç numara, orlondan örülmüş pantolonlarımız, yüzümüzde rüzgarın şefkati. Yüreklerde güneşin bereketi, ellerimizde toprağın rahmeti, merhametti avuçlarda sakladığımız.
Uyanıyorum kör bir sabaha. Ne mantıs kokusu var ne de parke taşlı sokaklarda yıkanan yünler. Kurumuş küçük gölümüz. Fırfırik çevirmeyi öğrenemedik ama fırıldak olmayı becerdik sonunda! Simsiyah asfalt simsiyah yürekler. Derinden bir feryat; "bu değil ilerlemek, bu değil ileri gitmek! Uyan İbrahim Uyan ey Adem oğlu uyan! Geridesin, geriliyorsun ve geriliyorsun!"
Etiketler : ibrahim sami
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.