"İhanet" kelimesi, sözlükte hainlik, hıyanet, nankörlük, emanete ters hareket, ahde vefasızlık, ahdi gizlice bozarak hakka aykırı davranmak şeklinde açıklanır. İhanet eden kimseye de "hain" denir.
İhanet, İslâm ahlâkında münafıklık özelliği olarak sayılmış ve haram kabul edilmiştir. Çünkü Müslüman, herkesin malı, canı ve namusu konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir. Peygamberimiz: "Münafığın alameti üçtür; konuştuğu zaman yalan konuşur, va'd ettiği vakit sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hainlik eder." Buyurmuştur.
İhanetin en kötüsü mukaddesata karşı yapılmış olanıdır. Çünkü bu tür ihanetlerin zararları sadece ihanet edene değil herkese sirayet eder.
Abdullah b.Huzâfe, İslam ordusunun Şam bölgesini temizlemek için düzenledikleri savaşlarda Bizanslılara esir düşmüştü. Abdullah gözü pek bir kahramandı. Savaşta çeşitli şecaat ve deha örnekleri göstermişti. Düşman onu yakalayınca krallarına götürdüler. Çünkü kral savaşı kaybetmelerini kumandanlarının ve ordusunun beceriksizliğine bağlıyordu. Abdullah, kralın huzuruna götürülünce onun huzurunda eğilmeyip onu fazla ciddiye almadı. Kral, çeşitli desiselerle onu İslâm'dan döndürmeğe çalıştı. Abdullah ise alaycı bir tavır ile ona şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki, beni dinimden döndürmek için sahip olduğun her şeyi bana versen göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa asla beni dinimden döndüremezsin."
Kral ona, kesin olarak öldürüleceğini ancak canını kurtarması için İslâm ordusunun bazı sırlarını sordu. O da şöyle cevap verdi:
"Şehitlik ne kadar güzel şeydir, ihanete ise asla izin yoktur!"
Bunun üzerine kral, onu öldürülmek üzere olanların konulduğu bir yere konulmasını emretti ve okçularına vücudunun hemen yanı başına isabet edecek şekilde atış yapmalarını istedi. Böylece o korkacak, kral da istediğine ulaşacaktı. Fakat o, gülümser vaziyette, heybetli bir dağ gibi duruyor ve ölümü bekliyordu. Bunu gören kral, hem şaşarak, hem de onu takdir ederek, bağlarının çözülmesini emretti ve Müslümanların gerçekleştirdiği zaferlerin sırrını böylece anlamış oldu.
Kıssadan hisse alınır düşüncesiyle şu olayı da nakletmek istiyorum:
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafet yapmış, Kuşlar Çarşısı'nı geziyormuş. Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar.
Bir ara gözü kekliklere ilişiyor Padişah'ın. Bir grup kekliğin üzerindeki kâğıtta "Tane işi, satış fiyatı 1 altın" yazıyordu.
Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı 300 altın. Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılır. "Hayırdır" der satıcıya. "Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu ise 300 altın?"
Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafında toplanıyor." der. "Tabii bu arada avcılar da bu kekliğin yanında toplanan keklikleri daha rahat avlıyorlar" diye ekler.
"Tamam, satın alıyorum" der Padişah, "Al sana 300 altın..." deyip parayı verir ve hemen oracıkta kekliğin kafasını koparır.
Adam şaşkınlık içindedir. "Be adam! Ne yaptın? En maharetli kekliğin kafasını koparttın" diye dövünürken padişah gür sesiyle haykırır:
"Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bu gibilerin akıbeti er ya da geç budur "