Onun bu sözlerini işiten birisi merakla: Yapmakta olduğun bu duânın mânâsı nedir? Niçin bu kadar sık tekrar ediyorsun? diye sordu. O da soruyu yönelten şahsın merakını gidermek için, başından geçenleri şöyle anlattı:
Ben, sırtında semer ile insanların yüklerini taşıyan ve böylece geçimini temin eden bir hamal idim. Bir defasında çok ağır bir un çuvalını yüklenmiş, uzun bir müddet taşımış ve fazlaca yorulmuştum. İstirahat etmek için bir ara çuvalı yere koydum. Bu arada da içimden: Yâ Rabbi!..Böylesine yorulmaktansa bana her gün iki somun versen, onunla yetinirdim dedim.
Tam bu sırada, birbiriyle hangi husustan dolayı çekiştiklerini bilmediğim iki adam gördüm. Aralarını bulayım diye yanlarına vardığımda, biri diğerine vurmak istediği şeyi yanlışlıkla benim başıma vurdu. O anda yüzüm kanlar içinde kaldı. Bu sırada mahalle karakolundan gelip bu iki kişiyi yakaladılar. Yüzümü-gözümü kana bulanmış bir vaziyette görünce, kavgacılardan zannederek beni de yaka paça tutuklayıp hapse attılar. Bir müddet, karanlık, soğuk ve rutûbet kokusuyla dolu bir yerde hapis yattım. Lâkin her gün bana yiyecek olarak iki somun veriliyordu. Bir gece, rüyada birisinin bana şöyle dediğini işittim:
Yorulmadan her gün iki ekmek istemiş, fakat âfiyet istemeyi unutmuştun!... İşte, istediğin verildi. Bu sırada uykudan uyandım ve yapmış olduğum hatadan dolayı Cenâb-ı Hakka kalbi bir şekilde yalvararak:
Affet Rabbim !.. Senin sonsuz rahmet ve merhametine sığınıyorum. Artık ben sadece âfiyet isterim, âfiyet !.. demeye başladım. Derken hapishanenin kapısının açıldığını ve:
Hamal Ömer nerede? diye bağırıldığını işittim. Biraz sonra da beni dışarı çıkardılar ve salıverdiler. O gün bugündür, ben de bu duâyı tekrarlamaktayım.
Yaşananlardan habersiz, vurdumduymaz bir şekilde olamayız. Herhalde insan olarak dertlerimiz, sancılarımızmız, ızdıraplarımız, hassasiyetlerimiz olmalıdır. Huzuru rahatı, afiyeti isteyen insan, dünyevi arzularından kurtulmalıdır.Ancak bu arzularını ıslah ettiği zaman huzura kavuşur. İnsan, yaptığı hatalardan dolayı, Allahtan af dileyebilmelidir.
Allah, saraylarda, atlas yataklarda aranamaz. Aranırsa abes olur. İbrahim Ethem Hazretleri, sarayda,atlas yatakta, Allahı aradı ama bulamadı. Ne zaman ki bu arzusundan uzaklaşıp sıyrıldı, o zaman huzuru bulup Allaha kavuştu. Büyük bir Allah dostu olarak asırlarca insanların gönlünde taht kurdu ve unutulmadı.
Refahın verdiği şımarıklık insanları, Allahı anmaktan geri bırakmamalıdır. İhtişamlı hayat, insanı ölüme karşı koruyamaz. Ölüm korkusundan, son yıllarda, mezarlıkların, şehir dışına, insanlardan uzak bölgelere taşınması her nefis ölümü tadacaktır hükmünü, hayatın dışına itemez.
Para, konfor, çılgın tüketim, lüks hayat, israflı harcamalar, insana bir imtihan dünyasında olduğunu unutturamaz. Eğer insan, Allah rızası için, salih amellerle hayırlı bir insan yürüyüşüne devam ederse o zaman başarıya ulaşır. Yoksa lüks binalarda oturup sınırsız israf yapılamaz. Bu anlayışın İslâm dini ile bir ilgisi yoktur. Bizim örneğimiz Hz. Peygamberimizin hayatıdır.
Allah (C.C.) Hazretleri Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez buyuruyor. Demek ki bir Müslüman israf ettiği zaman Allah beni sevmiyordur diyebilmelidir.
İnsan kendini aşmalıdır. Olgunluk göstererek nefsine uymamalıdır. İnsanı insan yapan değerleri hayata hakim kılmalıdır. Yaptığı iyilikleri unutup kendisine yapılan iyilikleri unutmayıp ve kötülükleri unutacak kıvama gelmelidir. Ailede çocuklara, para ile alınan lüks hayatın mutluluk getireceği yerine, bizlere bahşedilen nimetlerin farkına varmayı öğretebilirsek en büyük kulluk görevini yapmış oluruz.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)in Sade hayat imandandır mübarek hadisiyle, dünya hayatımıza bir ölçü getirebilmeliyiz.
Selam ve saygılarımla