Tevekkülün itikat, düşünce, çalışma ve sosyal hayatımızda çok önemli bir yeri vardır. Fert ve toplumların başarısı; azim, sabır, gayret, tevekkül ve istikrar gibi kişinin moral ve heyecanını canlı tutan değerlerle orantılıdır.
Ahmet Hamdi Aksekiye göre tevekkül; “Maksada erişmek için lazım gelen maddi ve manevi sebeplerin hepsine yapıştıktan ve başka hiç bir şey kalmadıktan sonra Allaha itimat etmek ve ondan ötesini Allaha bırakmak” demektir.
Şamın fethi için Ebu Ubeyde bin Cerrahın komutasında bir İslam ordusu Suriyede bulunuyordu. Yardım istenmesi üzerine Hz. Ömer bir gurup askerle birlikte Şam’a yakın bir yere gelerek İslam ordusuna yardımcı olmak ister. Ebu Ubeyde Hz. Ömer’i karşılayarak, Şam ordusu arasında veba hastalığının zuhur ettiğini haber verir. Bu haberi alan Hz. Ömer geri mi dönmeliydi yoksa Şam ordusuna mı iltihak etmeliydi? Konu hakkında ileri gelenlerle istişare eder.
Yapılan istişare ve görüşmeler sonunda alınan karar şudur: “Ordu Şama girmeden geri dönecektir.”
Hemen ertesi gün Hz. Ömer orduya dön emrini verir. Bu kararı duyan Ebu Ubeyde Hz. Ömer’e; “Allahın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyerek sitem eder. Hz. Ömer de şu meşhur cevabı verir: “Evet Allahın Kaderinden kaçıyorum. Fakat yine Onun kaderine sığınıyorum. Düşün ki senin bir sürü deven olsun ve onları bir vadide otlatmak istiyorsun.
Bu vadinin bir tarafı yemyeşil, diğer tarafı ise kup kuru ve çıplaktır. Bu durumda herhalde develerini yeşil otlağın olduğu tarafta otlatırsın. Bu yaptığın Allahın kaderine uygun değil midir?”
Bu hadiseden hemen sonra Abdurrahman bin Avf gelir ve konu hakkında Hz. Peygamber (s.a) den şu hadisi duyduğunu söyler: “Taun bir azaptır. Ben-i İsrailden bir kavme yahut sizden önce bir ümmete gönderilmiştir. Siz bir yerde onun çıktığını duydunuz mu, o taunlu yere girmeyiniz! İçinde bulunduğunuz bir yerde de taun zuhur ederse, önden kaçarak oradan çıkmayınız.”
Hz. Ömer böylelikle kendisi ve emrindeki İslam ordusu için tedbir almadan tevekkül etmeyi uygun bulmamış, tam tersine hastalığın bulunduğu bölgeye girmemekle Allahın emrine uyduğunu, yine Onun kaderine sığındığını ve Ondan yardım beklediğini göstermiştir.
Yine Hz. Ömer bir defasında çalışmadan boş ve sorumsuzca dolaşan bir kaç Yemenli ile karşılaşınca, “Siz kimsiniz, ne iş yaparsınız?” diye sorar. Onlar da “Biz mütevekkilleriz” (Tevekkül eden insanlarız) derler. Bunun üzerine öfkelenen Hz. Ömer; “Hayır yalan söylüyorsunuz. Siz mütevekkil değilsiniz. Gerçek mütevekkil çalışıp tohumu toprağa attıktan sonra bekleyen kişidir.” diyerek boş oturmalarını kınamış ve çalışmaya teşvik etmiştir.
Hz Ömerin bu yaklaşımını günümüze taşımak gerekirse, kahvehanelerde boş yere ömrünü geçirenlere, başıboş gezip tembelliği meslek edinenlere, ders çalışmadan sınıf geçme ve diploma alma hayalini kuranlara, gar, oto gar, park ve köprü altlarını kendilerine mekân edinenlere, çalışmadan veya verilen görevi yapmadan hileli yollardan servet ve mal biriktirmek için hayal kuranlara, sağlığı ve yaşı müsait olduğu halde kendi kendini hayatının verimli çağında emekli sayıp bir kenara çekilenlere herhalde hoş görü ile bakmak mümkün değildir.
İçki içip zil zurna sarhoş olduktan sonra direksiyon başına geçenlerin, kendileriyle beraber yolcuları da felâketlere sürüklemeleri, kader diyerek geçiştirilecek bir şey midir? Kader, bütün tedbirleri aldıktan sonra başvurulacak teselli kaynağıdır. Bile bile hata yapıp sonucu kadere yüklemek İslâma bühtandır.
Böylelerine bu yaptıklarının İslam’ın ruhu ve tevekkül anlayışıyla bağdaşmadığını hatırlatmak gerekir.
Çalışma ve tevekkül ilişkisinin önemini gösteren en çarpıcı örneklerden biri de yine Hz. Ömer’in Hz. Peygamber’den rivayet ettiği şu hadisi şeriftir: “Eğer Allaha hakkiyle tevekkül etseydiniz, Allah size kuşlara rızık verdiği gibi rızık verirdi. Kuşlar sabahleyin açlıktan karınları çekilmiş olduğu halde çıkarlar, akşamleyin karınlarını duyurmuş olarak yuvalarına dönerler.”
Demek ki tevekkül; çalışmadan, sebeplere sarılmadan, tedbir almadan her şeyi Allah’tan beklemek, tembel, sorumsuz ve karamsar bir şekilde oturmak değildir.
Mehmet Akif ERSOY ile bitirelim:
“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!