Virüsten korunmanın ve sağlıklı kalmanın önceliklerimizden biri olması gerekirken sanıyorum şu sıralar herkesin mücadelesi en ucuza nasıl yaşayacağımız. Tekrar edelim, bir vatandaşın da sokak röportajında söylediği gibi mücadelemiz nasıl en kaliteli şekilde yaşayacağımız değil nasıl en ucuza yaşayacağımız. 100-200 liraya ancak bir market poşetinin yarısını doldurabildiğimiz şu günlerde insanlar günü kurtarmanın ve ay sonunu borçlarını daha da artırmadan getirmenin gayretinde. Mutfak giderlerinin, faturaların, ev kiralarının pahalılığından insanların eğitime, entelektüel aktivitelere, kendilerini geliştirmeye ayıracak parası maalesef kalmıyor. Sebebini hükümete sorarsanız iki popüler cevap ile karşılaşacaksınız. Birincisi, ekonomimize saldırılması, TL’nin değerinin artmasını istemeyen birtakım lobiler, diğeri ise malumunuz küresel salgın. Yani bizim para politikalarımızın, ülkeye yatırımcı gelmemesinin, üretimin istenilen düzeyde olmamasının anlaşılan bu gidişatta bir etkisi yok.
Ekonomistlere sorarsınız sebebi yapısal sorunlar, hukukçulara göre ise sorunlar göründüğünden daha da derin. Hukukun bağımsızlığına güvenin olmadığı, hakimlerin tarafsızlığına itibar edenin kalmadığı bir ülkede bırakın yatırımcı gelmesini, siyaseten hükümetle uyuşmayan insanlar başlarına neyin geleceğinden endişe duyduklarından bir çivi çakmak dahi istemiyorlar. İşlerini hükümetle kol kola yürütenlerin ise yarınlarından güven duydukları kuşkulu, bugün ne kadar kazanabiliriz derdindeler. Eğitimcilere sorarsanız, sorun hukukçuların gördüğünden kat ve kat daha derin. Bilimsel üretimin azaldığı, üniversitelerin nitelikli insan yuvası olmaktan çok işsizlikten kaçış için bir yol olarak görüldüğü bir ortamda, her ne iş yaparsa yapsın hakkını vermeye gayret eden, kendi toplumunda/topluluğunda bir fark yaratmaya çalışan insanların sayısı da doğal olarak düşüyor.
İşte böyle bir ülkede, bir seneye yaklaşan bir süredir okulların kapısında kilit var. Hocalarımız, virüsle burun buruna gelen, yıllık izinlerini kullanamayan, ailelerini göremeyen sağlık çalışanlarını takdir ederken kendilerinin bu denklemdeki önemli görevlerini görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Oysa bu hekimleri, hemşireleri yetiştirenlerin kendileri olduğunu, Özlem Türeci’nin, Uğur Şahin’in, Aziz Sancar’ın öğretmenlerin elinde, okullarda yetiştiğini unutuyorlar. Ah bu pahalılığa bir çare bulunsa! derken yürekli, başarılı ekonomistlerin iktisat fakültelerinde yetiştiğini, bir toplumun düşünce çarklarının dönmesinde önemli rol oynayan siyaset bilimcilerin, psikologların, sosyologların yine bu okullarda yetiştiğini unutuyorlar. Milyonlarca doz aşı alarak halkını aşılamaya koyulan dahası bu aşıların mucidi olan ülkelerin okulları kapatmama konusunda gösterdikleri gayreti görmezden geliyorlar.
Kötü bir niyetleri olduğunu elbette düşünmüyorum ancak birçoğumuzda bugün bizi bir dedenin torununa alacağı çikolatayı hesaplatmak zorunda bırakan o erteleme, başkalarından bekleme, bir kurtarıcı umma dürtüsü var. Anlayacağınız her şey çok pahalı derken bir sihirli değneğin gelmesini ve fiyat etiketlerini bir anda değiştirmesini bekliyoruz, tıpkı sağlık çalışanlarının virüse karşı bizi korumalarını, yabancı memleketlerdeki bilim insanlarının bir an evvel aşıyı bulmalarını beklediğimiz gibi.