Yıllar önce TRT’de oldukça güzel bir dizi vardı:
Aşkın Yolculuğu: Hacı Bayram Veli.
Dizinin oldukça etkileyici bir giriş müziği ve müzikle birlikte söylenen muhteşem ilahisi ne kadar anlamlıydı:
“Benim maksûdum âlemde
Değildir lâkin illâ hû
Bu benim derdime dermân
Değildir lâkin illâ hû”
diye yazmıştı büyük mütefekkir Hacı Bayram Veli.
Ve şöyle devam ediyordu:
...
Onun nakş-ı hayâlinden
Cihân bir zerre olmuştur
Nazar etsen o zerreden
Görünmez lâkin illâ hû
Değildir hûrî vü gılman
Ne cennet köşkü ne Rıdvân
Bu benim gönlüme sultan
Değildir lâkin illâ hû
...
Şiirin anlamı oldukça derin ve engin okyanuslar gibiydi. Birden aklıma Yunus’un dizeleri geldi:
“Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni”
...
Tefekkür edene, isteyene sadece Allah yeterli demek ki... Sadece Allah’ı arzulayan, başka bir şey aramayan zihinlerin fikirleri ve kaleme dökülmüş halleriydi...
...
Ve sanki sözler, şiirler birbirleriyle yarış eder gibi aşkı anlatmaya devam ediyordu, ekliyordu Hz. Mevlana:
“Eğer ölümsüz bir hayat ve ebedî saadet istiyorsan, uyuma.
Dostun aşk ateşiyle yan yakıl, uyuma!
Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün. Allah aşkına bu gece sabaha kadar uyuma!”
...
Bu sözler, şiirlerin anlamını belleğe kazıyan ve onların anlamını yüreklere işleyen hazinelerdi.
Söz sözü, şiir şiiri açtı ve yola revan oldu Aziz Mahmut Hüdayi:
Ehl-i dünya, dünyada
Ehl-i ukbâ, ukbâda
Her biri bir sevdada
Bana Allah’ım gerek.
Dertli, dermanın ister
Kullar, sultanın ister
Aşık, cananın ister
Bana Allah’ım gerek.
...
Ve bizleri Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri karşılayıp şöyle diyordu:
Can ellerinden gelmişem,
Fani mekanı neylerem
Ol mülke meylim salmışam.
Ben bu cihanı neylerem
...
Sözler aşkla, şiir Yaradanla kavuşunca ne kadar da güzel inciler dökülmüş kalemlerden. Kağıtlar elif gibi dümdüz durmuş, harfler saygıdan vav gibi eğilmiş, kitaplıklar mim gibi aşkla yanarken aşkın nuru nun gibi sarmış alemleri.