Benim rahmetli anam kronik astım hastasıydı, özellikle kış geldiğinde bizim ikinci ev adresimiz hastane olurdu.
Numune’ye giderdik, hemen “hava” verirlerdi ve bir saat geçmeden de Araştırma’ya sevk ederlerdi.
Allah hepsinden razı olsun; müşteki değiliz… Herkes elinden geleni yapardı. Lakin imkanlar sınırlı, teknoloji zayıftı.
Sevgili dostlar, hastayı da bilirim hastaneleri de…
Çocuk yaştaydım, anamın nefes almakta zorlandığını gördükçe yorganı yüzüme çeker ağlardım, ağlardım…
Siz hiç ananızın ölmesini ister misiniz?
Ben isterdim, çünkü anam boğazı kesilmiş horuz gibi çırpınırdı.
Nefes alamıyordu…
O soluksuz kalıyordu, ben çaresiz…
Ömrümün kırk yılı böyle geçti.
Anama nefes olabilmek için bazen öyle haykırdım öyle haykırdım ki oksijen tüpleri bile gözyaşı döktü.
Bu yüzden sevgili dostlar, hastaneler de doktorlar da hemşireler de ve o servisteki görevliler de benim için çok ama çok kıymetli kimselerdir.
Ben anamı onlara emanet ediyordum.
Biliyordum hoş, onlar ne anamın ömrünü bir lahza uzatabilirler ne de bir saniye geri çekebilirler…
Ama onlar, anama o bir soluk nefes almasını sağlıyordular…
Prof.Dr. Fuat Gündoğdu…
Hakiki manada bir Dadaş, gerçekten bir Erzurumlu, yürekli bir ilim insanı ve en önemlisi de bütün unvanlarından uzak adam gibi bir adem…
Kaç yıldan beri Atatürk Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nin başhekimlik görevini yürütüyordu.
Ömer Çomaklı’nın en kıymet verdiği yol arkadaşlarından biridir.
Benim de dostum, kardeşim ve ilmine hürmet ettiğim bir hocamdır.
Zahir, vakti geldi; Fuat Hoca da, tıpkı Reyhani’nin dediği gibi bir seher vakti çekip gidiyor bu diyardan.
Duydum ki, göçünü İzmir’e tutmuş…
Ne kal deme lüksüm var ne de gönlümden git diyorum…
Fuat Gündoğdu; doktor, bilim erbabı ve iyi bir insan…
Fuat Hocam, sen şimdi gidiyorsun ya, biz peki fakir fukara için gecenin dördünde kimin telefonunu çaldıracağız, kime ricada bulunacağız?
Anamın acil serviste can havliyle nasıl kanatsız kuş gibi çırpındığını bilirim, bu yüzden ben ölümcül bir hasta olsam dahi hastaneye gitmek istemem…
Kimse fark etmedi, benim bu gizli sırrımı…
(Emsal ablam, bana Kaya abimi hastane götür demek yerine, Kaya abimi sırtında İstanbul’a götür deseydi daha kolay gelirdi bana)
Oysa dünyalar tatlısı ve ilimde de bir o kadar muteber olan Serdar Sevimli zaten fedakarlıkta hutut tanımamıştı.
Güneşin bile üşüdüğü bu şehirde ben üşümüşüm bir şey m?
Haydi gel de o muhteşem dizeyi tekrarlama…
“İyi insanlar iyi atlara bini gittiler”
(Fuat Beyciğim ben daha genç bir muhabirken bile en sevmediğim haber türü hastane haberleriydi. Her sedyede anamı görür her morg önünde anamı kucaklardım çünkü)
Sevgili Fuat, muhterem hocam, çok kıymetli ilim insanı…
Ne diyeyim, yolun açık bahtın aydınlık olsun…
Sen bu memlekete yıllar yılı esaslı hizmetler sundun. İnşallah bundan böyle de hayat sana müteşekkir olduğunu gösterir.
Mehmet bey sen torpillidin bakmış hele bir kendini tanıtma isim verme tanışıklık verme bak bakalım insanmısın hastamısın umurlarında oluyor mu.
İyi bir insan iyi bir hekim, Allah işini rast getirsin.
Astımın tipleride vardır bilmeli o hırıltıya da tıp lisanıyla vizing denir soğuk kış gecelerinde kapı arasından gelen sese benzer bazen o sesi duymak istemezsen kapını yağlarsın..Erzurum ilme yuva olsun müteşekkir öyle oluruz ölüm kapımdaysa daha ne hırıltılar bahane...
gidiş sebebini niye yazmıyorsun, memleket çalkalanıyor sende burada kalkmış masumları oynuyorsun bıraksana bu işleri yönetim niye istifa etti acaba, git birde onlara sorsana? gidiş demede kaçışının bazı neden söylemiyorsun
Sayın yazar kendinizi düşünerek yazmışsınız. Siz bulursunuz birilerini. Gariban halktan kime bakmış.
erzurumda kimsenin yüzüne bakacak durumda değil onun için kaçıyor ona iyilik eden herkese kazık attı
niye gittiğini sorsaydınız.