Geçenlerde Atatürk Üniversitemizde görev yapan genç bir akademisyenle yolumuz kesişti. Yüzü bilime, gönlü irfana dönük her kişiyi öğretmen bellemiş bir sürekli talebe olarak genç bir bilim insanının sohbet halkamıza dâhil oluşunu fırsata çevirdim. O bereketli sohbetten klavyemize sızanları da sizinle paylaşmak istedim.
Genç hoca ile eski bir yazımda yer alan şu hususta mutabık kaldık.
Kapılarına iki milyona yakın öğrencinin dayandığı, artık nitelikli ve prestijli diplomaların seçkin öğrencilerce hedeflendiği bir ortamda, eğitim öğretim kalitesini artırmaya yönelik çabalara ağırlık vermek gerekiyor. Bunun için üniversitelerin daha mükemmel, daha kaliteli bir eğitim sunabilmek için farklı arayışlara yönelmesi gerekiyor.
Üniversiteler arasında iç rekabetle birlikte, globalleşmenin en çok hissedildiği bilim âleminde çok şiddetli uluslararası rekabet devreye giriyor. Bu keskin hakikat şu basit gerçeği gözlerimizin önüne seriyor: Atatürk ve Teknik üniversitelerimizin herhangi bir bölümünden mezun edip diploma verdiği bir gencin, dünyanın herhangi bir ülkesindeki rakipleriyle her bakımdan yarışabilmesi lazım.
Üniversitemiz sadece yeni kurulan onlarca genç üniversiteyle değil, ağabeyleri ve yaşıtlarıyla da kıyasıya bir performans yarışına girmek zorunda.
Akademik kadronun başarı düzeyini ölçmek o kadar kolaylaştı ki...Kim ne ile meşgul, alanında ne yapmış, ne etmiş? Yayınlarının küresel bilim terazisindeki ederi ne?
Bilim liginde top koşturan her yiğidin yoğurt yiyişini birileri 24 saat gözetiyor, ölçüyor, biçiyor. Herkesin dijital karnesi bir tık ötede. Öyle ham öğüncün, boş hamasetin elektronik bilim molla kasımları karşısında hiçbir kıymetiharbiyesi yok.
Bu konuya rektörlerimiz başta olmak üzere üniversite yöneticilerinin ciddi şekilde kafa yorup çare ürettiklerinden kuşkum yok.
Daha önceki yazılarımda objektif bir değerlendirmeyle ihtiyaç fazlası alanlarda öğrenci mezun eden bölümlerin derhal tasfiye edilmesini ve o bölümlerin fiziki imkânlarının başka ve yeni ihtiyaçlara yönelik bölümlere tahsis edilmesini önermiştim. Bir nevi kapat/aç formülü. Tercih edilmeyen, diploması sahibine iş- aş ve bilimsel tırmanış imkânı sunmayan bölümlerin açık kalmasında ısrar hem beyin, hem de kaynak israfı değil mi?
Teknolojik değişimler sonucu yeni alanlar çıktığına göre, bu alanlara uygun eğitim programları hazırlayıp uygulamak, gelecek vadeden üniversiteler için hayati bir gerekliliktir.
Büyük bir fedakârlıkla gayret sarf eden yöneticilerimiz ve akademik kadronun öncelikle Türkiye, sonra da küresel çapta başarılara imza atacağına şüphem yok.
Kısa vadeli hedef koyalım mı önümüze? 10 yıl içinde makale ve araştırmalarıyla dünya listelerini zorlayan, “buluşlarını patentle süslemiş“, projeleriyle şehrin önünü açmış, özgün eserleriyle fikri hayatımıza çeşniler katmış, konferanslarıyla irfanımıza yeni ufuklar kazandırmış hocalarımızın şöhreti şehrimizin ve ülkemizin sınırlarını aşsın inşallah…
Web of Science dünyada bilimsel makalelerin/çalışmaların değerlendirildiği en iyi veri tabanı olarak biliniyor.
Oradan bazı verileri not edip vaziyete göz atalım.
Web of Science’ye göre ülkemizin dünyadaki payı 484.922 tam makale ile %0.65’tir.
Bu değerlendirmede sevindirici olan 1995 yılında 2000’lerde olan tam makale/yıl sayımızın son yıllarda 44000’lere çıkması.
Türkiye’nin H indeks değeri 443 ve dünyada 36. Sırada. Hacettepe Üniversitesinin %6.32 ile ilk sırada olduğu Ülkemiz sıralamasında Atatürk Üniversitemiz %2.83’lük oranla 8.sırada yer alıyor ve tıp kapsamlı yayınları ile öne çıkıyor.
Ülkemiz açısından bu olumlu tabloda dikkat çeken husus Q4 kapsamlı yayın sayısı.
Bu yönüyle tüm üniversitelerimizin ve özellikle Atatürk Üniversitemizin gelecek yıllarda ibreyi Q1 yönüne çevirebilecek akademisyenlerin olduğunu biliyorum…
Ülke olarak yayın sayısı bakımından dünyada 20. sırada yer alırken, bu yayınların aldığı atıflar söz konusu olduğunda 175. sıraya yerleşiyoruz.
Demek ki niceliği arttırdık evet bu önemli ancak en azından bundan sonra kaliteyi de ön plana çıkarmamız gerekiyor, yayın kalitemiz arttıkça bu yayınlar daha fazla atıf alacak ve atıf sayısı bakımından daha yukarılara çıkabileceğiz.
Unutmayalım; üniversitelerin sürekli yeni veriler yüklenmesi gereken bellek kartları kütüphaneleri, bilimsel mabedleri de labaratuvarlarıdır. Buralarda arılar, karıncalar gibi çalışan araştırmacılar, öğrenciler geleceğe yürüyüşümüzün teminatıdır. Allah hepsine zihin açıklığı, geleceği inşa bilinci ihsan etsin.
Sonuç olarak ticari olarak şehirlere katkı sağlaması amacıyla açılan üniversitelerde bilim üretilemiyor üniversiteler ülkenin kalkınmasına katkı sağlayamıyor planlama hatası..