Türk ? İslam kültürünün en mukaddes değerleri arasında yer alan "Gazilik" unvanı, "Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli" düşüncesine inananların, Allah'ın emaneti olan canlarını, onun uğrunda feda etme inancı ve özverisidir.
Zaferlerle dolu olan tarihimizin altın sahifelerinde, bu fedakârlığın sayısız örneklerini görebiliriz.
Mehmet Akif'in "Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda" mısraları, bunu ne kadar güzel
ifade etmektedir.
Onlar bu toprakları vatan yapmak, gelecek nesillere hür ve bağımsız bir devlet bırakmak uğruna canlarından ve azalarından oldular.
Kimileri bir hilâl uğruna güneşler gibi batarak toprağın kara bağrına düşüp şehit oldular.
Kimileri gözlerini, bacaklarını, kollarını v.s kaybederek gazilik unvanını aldılar.
Çağırıldıkları zaman koşa koşa cephelere gittiler, davul zurna ile uğurlandılar, ellerine kınalar yakıldı, dualarla peygamber ocağına katıldılar.
Onlar; dünyanın en şerefli ordusunun, yürekleri en temiz askerleri, Anadolu'nun kınalı kuzuları, bizim Mehmetçiklerimizdir.
Şimdi kopmuş kol ve bacaklarıyla, görmeyen gözleriyle aramızda dolaşan Kore, Kıbrıs, Güney Doğu gazilerimize hak ettikleri itibarı ve ilgiyi yeterince göstermediğimizi, gaziler haftası münasebetiyle itiraf etmek, bu acı gerçeği toplum olarak söylemek zorundayız.
Son yıllardaki hain terörist saldırılarında, pusularda, cephelerde yaralanıp, Gazilik unvanını elde eden güvenlik güçlerimiz Türk toplumunun en kutsal emanetleri arasındadır.
Millet olarak bu emanete sahip çıkmak ve onların maddi ve manevi yaralarını sarmak hepimizin namus borcudur.
GATA'da ki rehabilitasyon merkezinde tedavi gören bir gazinin "Komutanım, ben gözlerimi istiyorum" sözüne nasıl bir cevap verilebilir ki ?
Onlar hayatlarının baharında yaralandılar, sakat kaldılar, çürük raporları alarak, türlü bahaneler uydurarak kutsal görevden kaçmadılar.
"Vatan borcu, namus borcu diyerek" gidip, bedellerini en ağır bir biçimde ödediler.
Sosyal hayatta takma kol ve bacaklarla, tekerlekli sandalyelerle, takma gözlerle aramızda yaşamaya çalışıyorlar.
Ne yerler, ne içerler, nasıl yaşarlar, yaşama adaptasyonları nasıldır, ne gibi psikolojik sıkıntılarla karşı karşıyalar, hayattan beklentileri nedir?
Bu sorunlarla Türk Silahlı Kuvvetleri ilgilenmektedir de sorumluluk hepimizin değil midir?
Onlar; mütevazı kişilikleri, kanaatkâr tutumlarıyla bizim şeref kaynaklarımızdır.
Kendi yaralarını sarmaya da razılar ama hazmedemedikleri bir endişeleri var ki "Biz aç kalırız, maddi sıkıntılarımız, sağlık sorunlarımız olabilir. Bunları sinemize çekeriz. Yalnız bizim onurumuzla kimse oynamaya kalkmasın, biz buna tahammül edemeyiz. Bu tavır bizim yaralarımızı açar" diyorlar, haklı değiller mi?
Bedenleriyle bedel ödedikleri bu ülkede, gazilerimizi en mükemmel hayat şartlarında ve onurlu şekilde yaşatmak, toplum olarak bizlerin namus borcudur.
Kalleşçe pusular kurup, Mehmetlerimizi sakat bırakan teröristleri kardeş ilan edenlerin, milletvekili maaşıyla ödüllendirildiği bu ortamda, gazilerimizin neler hissettiklerini anlamamız zor olmasa gerek.
Vatan savunmasına katılan ve bu uğurda sakat kalan gazilerimize karşı, ne kadar fedakârlık yapabildik sorusuna vereceğimiz cevap, vicdanlarımızı yeterince tatmin etmekte midir?
Çeşitli dernekler çatısı altında, kader birliği eden bu güzide evlatlarımıza, bir tebessümün, kısa bir ziyaretin, bir demet gülün çok şey ifade edeceğini söyleyebilirim.
Şurası unutulmamalıdır ki; gazilerimiz bizim yaşam kaynaklarımız, onurumuz ve şerefimizdir.
Onların kopan kol ve bacaklarıyla, yaralarından akan temiz kanlarıyla toprağımız beslenir, bayrağımız dalgalanır, ezanlarımız okunur.
Yüce Türk milletinin asil evlatları, aziz gazilerimiz gaziler haftanız kutlu olsun.
Sizler hafızalarımızda sonsuza dek yaşayacaksınız.
Vatan size minnettardır.