Aradan aylar da geçmiş olsa Gezi’nin yankısı hala devam ediyor.
Hükümet, Gezi’yi “kapsamlı bir protesto” olarak değil, “marjinal grupların sivil iktidara karşı kalkışması” biçiminde okuduğu için, Gezi’nin her aşaması iğneden ipliğe sıgaya çekiliyor.
Bu sebepledir ki iktidarın karşı hamlesi, protestoların “merkez üs”lerinden biri olarak görülen Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Camii’ne fokuslandı.
Eylemcilerin camiye sığınması, hatta camiyi revir olarak kullanması beraberinde, “camide içki içildi” tartışmasını getirmiş ve bu mabedin “eylemcilerin karargahı” gibi kullanılması, hedefe üç ismi yerleştirdi.
Beyoğlu Müftüsü Recai Albayrak, Bezmialem Camii İmamı Halil Necipoğlu ve Bezmialem Camii Müezzini Fuat Yıldırım…
Değerli meslektaşımız İrfan Tarakçıoğlu, önceki gün Pusula gazetesinde bu üç din görevlisine dair bir haber yazdı.
Haberi yerel kılan unsur şuydu:
Bu üç din görevlisi de Erzurumlu!
Haberin genel boyutu ise, üçünün de görev yerlerinin değiştirilmiş olması…
Diyanet İşleri Başkanlığı, “Tayinlerde herhangi özel bir durum sözkonusu değil, rutin bir atamadır ve rotasyon gereğidir” demiş olması, elbette ki kamuoyunda inandırıcı bulunmadı. Diyanet de , sokaktaki sade vatandaş da biliyor ki bu tayinler, “ceza” kabilindendir ve Gezi’ye kesilmiş bir faturadır.
Hocaların Erzurumlu olmalarından hareketle, “Diyanet’te Erzurumlu kıyımı” şeklinde cılız da olsa bir itiraz ve tepki var.
Oysa Diyanet, müftüyü, imamı ve müezzini başka görevlere atarken ne onların şeceresine baktı, ne de boylarına poslarına…
Diyanet, Gezi’den dolayı “ceza kesmesi” gerektiğine inandı ve inancın sonucu olarak da bu kararı verdi.
Tam bu noktada şu sorulabilir:
Bu hocalar Erzurumlu değil de misal Rizeli veya Erzincanlı olsalardı yine aynı akıbete uğrarlar mıydı?
Evet; uğrarlardı.
Çünkü AK Parti, camiinin eylemciler tarafından “işgal edilmesi”ni vaka-i adiyeden bir olay olarak görmedi. Bakın aradan bunca zaman geçmesine rağmen ne Gezi protestolarına dönük eleştiriler hız kesti, ne de hükümet adamlarının kızgınlığı geçti.
Bezmialem Camii’ndeki o görüntü, kamu personelinin yani müftü, imam ve müezzinin işledikleri “ağır görev kusuru” olarak yorumlandı.
Hele de müezzin Fuat Yıldırım’ın, “camide içki içildiğini görmedim” demesi ve bu ifadesinde ısrar etmesi, Ankara tarafından “hükümeti tekzip” biçiminde değerlendirildi ki, buna sessiz kalınmayacağı aşikardı.
Dolayısıyla özellikle müezzin Fuat Yıldırım Başbakan’ın hemşerisi de olsaydı, eline tayin tezkeresi tutuşturulacaktı.
Peki bu atama kararı doğru mudur?
Hayır; doğru değil.
Hele hele de asla “rutin bir işlem” hiç değil.
Basbayağı bir ceza ve başkalarına da ciddi bir uyarı!
Kim ne derse desin, kim “bu protestolar maksadını aşmış olaylardır ama demokrasi içinde görülmelidir” derse desin, Başbakan aksine inanıyor.
O kendi zaviyesinden meseleye bakınca muhtemelen diyor ki, AK Parti Hükümeti iktidara geldiğinde bu ülke ağır bir borç sarmalı içindeydi. Bir milyar dolar IMF’den gelmezse ülke batıyordu. Bankalar aracılığıyla devlet soyulup soğana çevrilmişti. İşsizlik, sosyal buhran, ekonomik kriz ülkeyi patlama noktasına getirmişti. Yatırımlar durmuş, kamu hizmetleri iflas etmişti. 28 Şubat postmodern darbe tüm üniteleriyle iş başındaydı ve Ankara yalnızca kaos üretilen bir başkentti. Fakat bütün bunlara rağmen 2002’den sonra yani AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte her şey iyi yönde terse döndü. Türkiye ekonomisi de, istikrarda, yatırımda, demokratik hamlelerde ve daha nice alanda devrim üstüne devrim yaptı. Türkiye bugün, on yıl önce kimsenin hayal dahi edemeyeceği mega projeleri rutin bir iş gibi art arda hayata geçiriyor. Yapılan bu hizmetlerin karşılığı Gezi olmamalıydı. Böyle mi teşekkür edilecekti.
Başbakan böyle düşünmekte haksız mıydı?
Değil; bilakis yüzde yüz haklı.
Evet Türkiye o bataktan bu düzlüğe çıktı. Doğru…
Ama (kırıp dökmek, yakmak yıkmak hariç) demokrasi de böyle bi şey.
Yani senin gibi düşünmeyenlerin protesto hakkını kullanması…
Haklı olarak soruyorsunuz, “Tamam da Gezi ile başlayan ve bugün bile yer yer devam eden olaylar, demokratik bir hakkın kullanılması mıdır, yoksa bu bahaneyle meşru sisteme baş kaldırmak ve topluma zarar vermek midir?”
Daha önce de yazmıştım. Bendeniz bu hususta şöyle düşünüyorum:
Gezi’nin ilk üç günü kelimenin tam anlamıyla demokratik bir hakkın kullanılması ve makul bir itirazın ete kemiğe bürünmüş şekliydi.
Fakat Ankara fotoğrafı doğru analiz edemedi ve süreç iyi yönetilemedi.
Sonra iş çığırından çıkınca, meydanlar yakıp yıkmak için bahane üreten Vandallara ve bölücü unsurlara kaldı.
Sonrası malum…
Tekrar başa dönecek olursak, Bezmialem Valide Sultan Camii’nin imamı, müezzini ve Beyoğlu müftüsünün tayin edilmeleri, Erzurumlu oldukları için değil, birilerinin o faturayı ödemesi gerektiğinin siyasi sonucudur.
Ha şu kadarını biliyoruz: Diyanet’in bugünkü patronaj katı, eski başkan hemşerimiz Mehmet Nuri Hoca’dan ötürü, halen görevdeki Erzurumlu din görevlilerine, sevgi dolu duygular içinde de değil.
Fakat neylersiniz ki başta İstanbul olmak üzere, Türkiye’nin dört bir yanı Erzurumlu din görevlileriyle dolu.
Hoş bu da suç değil ya…
Olmaz Bezmialem Valide Sultan Camii, olur Kayabaşı Camii…
Adam her yerde adamdır, hacıyatmazlar da her yerde hacıyatmazdır.