Ara sıra uğradığımız bir mekânda dostlarla ahbaplık ettik geçen gün. Yan masadaki hararetli tartışmanın bir bölümüne mecburen kulak misafiri olduk, çünkü sesleri pek yüksek çıkıyordu.
Arkadaşlara dedim ki : Hava serinledi, isterseniz güzel bir yürüyüş yapıp hem şu sıkıcı ortamdan kurtulalım, hem ben size tatlı dilli, hoş söyleyişli Evliya Çelebi merhumdan bir hikâye nakledeyim.
Yürüyüş teklifimi kabul eden dostlara anlattığım menkıbeyi izin verirseniz sizinle de paylaşayım.
*
IV. Murat saltanatında 18 Mayıs 1632 2 Şubat 1637 tarihleri arasında dört yıl sekiz buçuk ay sadrazamlık yapmış bulunan Tabanıyassı Mehmet Paşa ordusuyla Erzurum civarında konaklamış.
Revan seferine giden ordunun bazı unsurları yedi ay kışlıkta iken, Avnik ve Ziyaeddin kaleleri taraflarından Kürt beylerinin adamları Paşaya kötü bir haber getirip demişler ki:
- Revan kalesini Murat Han yedi günde aldı. Şah ise yedi aydır uğraşıyor, alalı henüz yedi gün oldu. Kaledekileri kılıçtan geçirip, Kale miras malımdır. diyor. İçine yetmiş bin asker muhafız koydu.
Tabanıyassı efendimiz:
- Revan kalesi gittiyse, gitsin! Amma o serdar Kara Murtaza ne oldu? dedi.
Haberci:
- Murtaza Paşa baktı ki kale içindeki asker aman ile onu şaha verdi, o da hasta idi, hemen parmağındaki elmas mührünü yutup ciğeri parçalanarak öldü. deyince,
Tabanıyassı da yanındakilere:
- Efendiler! Revan'ın elden gitmesi Kara Murtaza'nın dünyadan gitmesine değmez mi? diyerek zevk ve sevinç duyup, ona bolca para ve mal verdi.
*
Hikâyeyi can kulağı ile dinleyen arkadaşlardan biri üzgün ve öfkeli bir edayla sohbete noktayı koydu:
Vay be! Giden Osmanlı kalesi, ne önemi var, rakibi yenilip ölmüş ya, hazret ona bakıyor.
Madem bir rakip eksildi, sevinçten para da dağıtır, ziyafet de çeker, göbek de atar.
Zamanede yaşasaydı sosyal medya sahnesinde gece gündüz arzı endam eder; sözcük füzelerini oraya buraya fırlatır dururdu.
Söyleyen ne güzel söylemiş: İnsanoğlunu iki göz ile donatmış Yüce Mevlamız, biriyle kabahatleri, diğeriyle marifetleri görsün diye. Marifetleri görmekle mükellef gözleri kör olanların sayısı o kadar çok ki. Hâlbuki eleştirilerimizde de beğenilerimizde ölçülü olsak. Örfümüze âdetimize, kültürümüze uygun bir lisan kullansak, marifetleri iltifatla yüceltsek, insaf ve hakkaniyet terazisini elden hiç bırakmasak, hele de milli meselelerde terk etsek şu Tabanıyassı tavrını.
Ama Heyhat! Etrafımızı tabanı yassılar sarmış, felâket tellalı gibi koro halinde bağırıp çığırıyorlar. Minnettarlığı, teşekkürü; makul tenkidi unutmuşlar, iftira, bühtan kılıcını sallayıp duruyor.