Haber Girişi : 03 Ocak 2014 07:09

ESARETTEN HÜRRİYETE

ESARETTEN HÜRRİYETE

Bugün sizlere Mevlana’nın Mesnevisinde yer alan bir hikâyeyi anlatmak istiyorum:

Kafesinde güzel bir papağanı bulunan bir tacir, ticaret için Hindistan tarafına yolculuk hazırlığına başlar. Hizmetkârlarının isteklerini sorarak onlardan siparişler alır. Çok sevdiği papağanına dönerek onun da ne hediyeler istediğini sorunca o da sahibine:

"- Oradaki papağanlara benim halimden bahset ve selamımı arz et!" der.

Aslında kafeste hapsedilen papağan lisan-ı hal ile Hindistan’daki papağanlara şu feryadını duyurmak istiyordu:

"- Sizlere gıpta eden bu tutsak papağan bir av tuzağına düştü. Ömür boyu bir kafese mahkûm oldu. Size selam göndererek sizden çare, yardım ve irşad edici bir rehberlik etmenizi ümîd ediyor. Bu hal reva mıdır ki, ben bir demir kafes içine mahpus olayım, siz ise hürriyet içinde yeşil ormanların, güzel çiçeklerin ortasında abat olun!. Ben burada hapiste, siz ise gülistandasınız! Dostların vefası bu mudur?"

"Ey hep birlikte gezip uçuşan papağanlar! Sizler oralarda serbest serbest dolaşırken, ben kafesimde yüreğimden akan kanları içiyorum! Beni şad, abat ve ihya etmek isterseniz, benim hatırama da lütfen içtiğiniz iksirden birkaç yudum için; bu kimsesiz, bîçare kardeşinizin hatırası için toprağa da birkaç damla serpin!" diyordu.

Tacir, Hindistan’a vasıl olunca daldan dala konan birkaç papağan görür, onlara seslenerek kafesindeki papağanın selamını söyler. Hal lisanı ile papağanın bu feryadı, yani selamı, Hint papağanlarını çok duygulandırır. Her birini titreme alır ve dallardan yere düşüp ölürler.

Tüccar bu duruma çok şaşırır, manzaraya hayret edip, söylediğine bin pişman olur ve kendi kendine; "Bu manasız sözümle biçarelerin hayatlarına kastettim." Der.

İşlerini bitirip memleketine döner ve başından geçenleri hayretle kafesteki mahpus papağana anlatır. O papağan da aynı Hindistan’dakiler gibi titreyip kafesin zeminine düşer ve ölür.

Tacir, son derece üzülür. Çünkü kuşu, kendisi için bir neş’e kaynağı, sohbet arkadaşı ve sırdaşı idi. Perişan şekilde ağlayıp inlemeye başlar. "Veren Allah, alan Allah!" deyip, papağanının ayrılışı ile yanıp tutuşur. Denize düşen bir insanın yosunlara tutunuşu gibi kendisine tesellî aramaya çalışır.

Nihayet ağlayıp sızlandıktan sonra, ölü papağanı kafesten çıkarır, gömmek için yer hazırlamaya başlar. Kafesin kapısı açılınca, ölü taklidi yapan papağan canlanıp uçar ve yüksek bir ağacın dalına konar.

Tacir, kuşun yaptığı bu işe hayret edip, bu esrarı çözmek için papağana seslenir: "- Ey kuşum! Halini bana bildir! Hindistan’daki papağanlardan ne hal telakkî ettin ki, bir hile yapıp beni yaktın?" der.

Papağan cevap verir: "- Haberini getirdiğin Hint papağanları sessiz hareketleriyle bana şöyle nasihat ettiler: "Senin sesin, seni kafese mahkûm etti!" demek istediler. Ben de verilen talimatı yerine getirdim. Kendimi öldürdüm. Ve kurtuldum...

Mevlana devamında der ki; "Ey gafil! Bu kuş gibi ölü ol ki, kurtulasın! Dane gibi olursan, seni kuşlar toplar. Gonca gibi olursan, seni çocuklar yolar."

"Daneni sakla, uzaklarda gizlen! Goncanı sakla da duvar dibinde bitmiş otlar gibi ol!"

Hikâyede geçen kafesteki papağan, beden, yani nefis esaretine giren ruhu, Hindistan’daki hürriyete gark olmuş, daldan dala uçan papağanlar ise dünya lezzetlerinden sıyrılmış, fanilik ve eşyanın esaretinden kurtulmuş insanları temsil eder.

 

Hindistan’daki kuşların kafesteki mahpus kuşa talimatı ise: “Ölmeden evvel ölünüz!” Emrine bağlılığın gereğidir ki, kurtuluş ancak bu yolla mümkündür.