Kimi bu kahpe ve acımasız savaşın içinde anasını-babasını, kimi karısını-kocasını, kimi de bir gözünden diğerine emanet edemediği yavrularını kaybetti. Ama hepsinin ortak bir kaybı var ki, işte en çok da ona yanıyorlar:
Ellerinden çalınan vatanları ve yitip giden umutları...
Elbette ki hiç bir savaşın "iyi yanı" ya da "insani boyutu" yoktur. Fakat tıpkı Irak ve Suriye'de olduğu gibi bazı savaşlar da vardır ki,
görünen yüzünden çok arka planında yitip giden gerçekleriyle, insanlık için tam bir ibret öyküsüdür. Çünkü zifiri karanlıkların
arkasına gizlenmiş gibi duran o öykülerin her biri zakkumdan daha acıdır ve içinde gözyaşı yerine kana bulanmış hayaller vardır...
Hiç bir film bu kadar
acıklı olamaz!
Dünyanın dört bir yanında milyonlarca kişinin, film izler gibi her gün televizyonlarda bakıp durduğu o görüntüler, aslında bir yanıyla da sabun köpüğü gibi eriyip yok olan insanlığın acıklı hikâyesini anlatmaktadır. Evet; değişik coğrafyalarda hemen her gün savaşlar olmakta, binlerce, on binlerce insan, sırf kendilerinden daha güçlü olan egemenlerin hırsı ve çıkarları uğruna ölmekte...
Bu savaşta ölenler,
yaşayanlardan daha şanslı!
Bu savaşlarda öyle acımasız yöntemler uygulanıyor, öyle ölüm kusan canavar silahlar kullanılıyor ki, ölüm; bu merhamet yoksunu cehennem karşısında sanki de bir kurtuluş oluyor. Fakat bir de o "kurtuluş"a erişemeyen bahtsız biçareler var. Onlar nerede mi? Onlar, en çok Müslümanların yaşadıkları Irak, Filistin, Afganistan'da, Libya ve nihayet de Suriye gibi kendi mukadderatlarını başkalarının tayin ettiği kan gölü topraklarda...
Vatansızlıktan daha
büyük bir felaket var mı?
"Bizler, şehit düşen kardeşlerimiz kadar şanslı değiliz" diye başlıyor konuşmasına, Iraklı Türkmen kardeşimiz... "Bizim" diyor. "Artık ne bir vatanımız, ne altında özgürce yaşayacağımız bir bayrağımız, ne hak ve adalet arayacağımız bir devletimiz, ne aşını yiyip, suyunu kana kana içeceğimiz toprağımız, ne de tekrar kapısını açıp içine gireceğimiz sıcak bir yuvamız yok." Irkları, dilleri, dinleri ya da mezhepleri her ne olursa olsun, onlar insan ve masum...
Alın başınıza çalın o sözde
barış ve demokrasinizi!
Sözde medeni dünya, insanlığın aklıyla alay edercesine "barış" ve "demokrasi" adına, bu masum insanların ocaklarını yakıp yıktı, onları yurtsuz biçare bıraktı. Türkiye ise, her zaman olduğu gibi yine bu "sürgün masum"lara kucak açtı; onlarla aşını ekmeğini paylaştı. İyi de yaptı, yapıyor da... Çünkü değil mi ki Türkiye, insanlığın sığındığı son limanıdır; acılı kadınların başlarını yaslayacakları dost bir omuz ve öksüz çocukların huzur içinde uyuyacakları güvenli bir beşiktir.
Soğuk Erzurum'un
sıcak misafirleri
Yurdumuzun dört bir bucağında olduğu gibi, o bigünah insanlardan bazıları da iklimi sert, rakımı yüksek; ama insanı merhametli şehrimize varıp misafirimiz oldular. Kimi Afganistan'dan, kimi Irak'tan kimileri de Suriye'den, yani hepsi de öz vatanlarından kopup gelerek, bize emanet etmiş canlarını, ırzlarını ve yarınlarını... "Burası Türkiye, burası düşmanını bile naçar bırakmayan bir güzel ülke... Kaldı ki soydaşlarına ya da aynı kıbleye baş koyduğu kardeşlerine mi kucak açmayacaktı" diyorlar, çok haklı olarak...
Evsize ev, muhacire
yoldaş olan ERVAK
Öyle de oldu nitekim... Türkiye, devleti ve milletiyle seferber oldu bu insanlar için. Erzurum'da ise, ipi ERVAK göğüsledi. Önce Afganlı muhacirlere kucak açarak işe başladı, sonra misafirleri öylesine arttı ki, o da kollarını da, yüreğini de, sofrasını da ardına kadar açtı. "Siz açsanız biz tok olmayacağız" dedi; bu parola ile çıktığı bu kutlu yolda öyle destanlar yazdı ki, tarih bir gün ERVAK'ı altın harflerle sayfalarına geçirirken, o muhteşem kuruluşun başkanı için de "daha ne yazalım, adın gibi 'Güzel'sin" diyecek!
Öksüz ve yetim
yavruların "Erdal Baba"sı
O, muhacir çocukların "Erdal Babası", yaralı mahzun kadınların "Erdal Ağabeyisi" ve vatanları ellerinden çalınan yürekleri yanık erkeklerin "Erdal Kardeş"i... Hangi sokakta bir "ah" sesi duysa oraya koşuyor. Devletin imkânlarının kavuşmadığı zamanlar da kendisi gibi "bir avuç inanmış" insanla birlikte o koşuyor. Yeter ki kimse bu şehirde sokakta aç ve biilaç kalmasın.
Erzurumlu kucak açtı,
aşını ocağını paylaştı
Erdal Güzel diyor ki, "hesap günü Rabbimiz bize, o zulüm karşısında çaresiz kalan masumlar için, 'ne yaptın' diye sorduğunda, ' Ya Rab, koştum; lokmamı paylaştım. Onları kara kışta, soğukta, kapıda bırakmamak için evimden giyecek, eşya götürdüm. Cebimden para harcayarak, onlara yakacak temin ettim, iaşe aldım. Arkadaşlarım da, Erzurum halkı da aynısını yaptı' diyeceğim"
Senin de tuzun olsun
bu kutlu çorbada
Mümkün ki, "haberim olmadı, bilseydim hiç kayıtsız kalır mıydım" diyecek insanlar çıkabilir. Vakit hiç de geç sayılmaz. O insanlar, bu şehirde hayata tutunmaya ve kendilerine dostça ve kardeşçe uzanan ve de uzanacak olan yardıma ihtiyaç duyuyorlar. Senin de bu insanlık adına kaynayan çorbada bir tutam tuzun olsun, istiyorsan koş, ERVAK'a git ve bu mübarek kervana sen de katıl.