Erzurum nereye savruluyor?

Bir yanda hızla artan göç, bir yanda düşen doğurganlık oranı…

Erzurum nereye savruluyor?

-Rakamlar da istatistikler de, bu şehrin yarınlarına dair hayırlı haberler vermiyor.

-“Hızlı treni biz ancak hayalimizde görürüz” diyen gençlerin safına, “bizler için yarınlar bu şehirde değil” şeklinde düşünenler de katıldı.

-Hiçbir kıymeti olmayan kıytırıktan görevlere seçilmeyi, en ala marifet zanneden vekillerin bu bölge için verecekleri bir şey yok…

-Doğu göç etmekle yetinmiyor, doğurmuyor da…

-Resmi kayıtlarla sabittir: Bidayetinden beri Doğu’dan milletvekili seçilen (istisnalar hariç) bir kimse, vekilliği nihayete erse de artık memleketine dönmüyor.

-Gençler haklı olarak soruyor: Vekilin bir defa bile dönüp bakmadığı bu şehirlerde biz niye kalalım?”

-Yetkililere sesleniyoruz: Hudutlar bir takım ileri teknolojiye sahip silahlarla emniyet altına alır. Lakin hudutlar, insanla korunur. İnsanlar da o hudut boylarının fedaileridir.  Onları tüketmeyin.

 

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), şimdi de illere göre çocuk doğum oranı verilerini açıklandı.

Manzara-i umumiye, bazı illerimiz açısından hiç de “kötü” olmamasına rağmen, ülke geneli için hiç mi hiç “iyi” değil.

Birincilik Şanlıurfa’da, sonunculuk da Tunceli’de…

Erzurum ise, ortalarda…

Ne şampiyonluk için atakta ne de küme düşme hattında!

Ve fakat…

Onlarca ilimizde olduğu gibi şehrimizde de çocuk doğum hızı tehlikeli seviyede düşüyor.

Sizleri istatistiklere boğmadan bakkal hesabıyla söyleyeyim:

On beş yıl önce Erzurum’da, bir senede 20 bin çocuk dünyaya gelmişti, şimdi yedi bin…

Tunceli gibi çok vahim olmasa da, Erzurum’da vaziyet alarm verilmesini emrediyor.

Bir yanda hız kesmeden devam eden nüfus göçü, beri yanda doğum oranının düşmesi…

Erzurum’u nasıl bir gelecek bekliyor?

Misal; Erzurum 20-30 yıl sonra bırakın orta ölçekli bir şehri, Anadolu’da bir kasaba hükmünde mi olacak?

Yahut da bu gidişle Türkiye’nin nüfusu, yalnızca üç beş şehirde mi toplanacak?

Göç, sosyolojik bir olgu…

Kötü yanları kadar hayırlı tarafı da vardır.

Lakin bugün ülkemizin karşı karşıya kaldığı vaziyet, normal göç hadisesinden çok öte bir şey…

Ülkenin bir tarafı boşalıyor, başka bir tarafı tıka basa doluyor!

Allah aşkınıza bugün ki İstanbul’un hali nedir?

Bunu kim, ilimle bilimle sağlıklı bir gidişattır diye anlata bilir?

Hiç kuşku yok ki devletlerin büyüklüğü ve erki, sahip oldukları sanayi ve teknolojik potansiyel ölçülmektedir.

Bir de nüfus meselesi var.

Elinizde ne kadar teknik donanım olursa olsun, şayet onu yönetecek nüfusunuz yoksa ahvaliniz perişan…

Türkiye bugün 85 milyon nüfusu ile dosta güven düşmana da korku salıyor.

Tamam da… Süreç aynı tabloyu sunmuyor.

Yaşlı nüfus artıyor, genç nüfus oranı düşüyor, çocuk doğum oranı alarm veriyor.

Avrupa ve onlarca gelişmiş ülke bu sorunu yıllardır yaşıyor.

Ne yaptı ne ettiyseler de kötü gidişatı iyiye çeviremiyorlar.

Zenginlik, kalkınmışlık tek başına çare değil çünkü…

Çok başlı bir mesele bu…

Şimdi aynı bela Türkiye’nin başında…

Gençler evlenmek istemiyor…

Evli çiftler de çocuk yapmıyor…

Aile hayatı yerine bireysellik geçer akçe oldu.

Ahlaki erozyon, neredeyse gençlerimizin rol modeli!

Bununla birlikte…

Tabii ki başka sebepler de var ve o sebepler belli:

Gelecek kaygısı, geçim derdi.

Türkiye başta savunma sanayi, ulaşım, sağlık ve şehirleşmede bu kadar mesafe alkışken, hatta birçok alanda rakiplerine tur bindirirken yarınları adına niye en esaslı adımları atmıyor?

Başkan Erdoğan, çocuk doğum oranının düşmesini “beka sorunu” olarak görüyor.

Çok da isabetli bir bakış ve endişe…

Pekii niye majör tedbirler alınmıyor?

Evlenecek olan çiftlere ve çocuk yapacaklara yapılan bu yardımlar, tedbir diye gösterilirse kimse kusura bakmasın, bunlar olsa olsa yarıyı pansuman eder.

Tehlikeyi savuşturmaz.

Daha köklü ve radikal adımlara ihtiyaç var.

Erzurum özelinden hareketle…

Bir yanda önü alınamayan nüfus göçü, beri yanda yarınlar için neredeyse göç edecek kimsenin kalmayacağı bir doğum oranı…

Erzurum’a özel bir paye verilsin, kimi yasal düzenlemeler yapılsın demiyorum.

Dediğim şu:

Erzurum’un kuru bir gazel gibi rüzgarın önünde savrulup durması, ülkenin yarınları adına baharın habercisi olmaz.

Tehlikeli gidişat öyle hoyrat ki…

Yalnızca Erzurum değil…

Kars da, Ağrı da, Bingöl de, Tunceli de, Iğdır da, Erzincan da, Malatya da, Sivas da Elazığ da, Ardahan da Van da savrulup duruyor.

Doğrudur. Doğum oranının düşmesi istikbal adına bir beka meselesidir.

Lakin önü alınamayan bu göç de aynı seviyededir.

Bugün Anadolu’da, onlarca tek bir kişinin bile olmadığı köyler var.

Kelebeklerin ateşe koşması gibi, köylerin, kasabaların ve şehirlerin İstanbul’a uçmasını durduramazsak eğer…

Çok yakında hayalet şehirler olacak.

Hatta o hayalet şehirlerin bazıları birilerinin ağız sularını akıtacak.

Kalkınmışlık da geri kalmışlık da esasında bir cüzdür.

Bir ülke düşünün ki, bazı şehirleriyle evrensel ölçekte en gelişmiş devletlerle baş başa gidiyor, ama çoğu şehriyle de Afrika’yı yaşıyor.

Olmaz. Orada ciddi bir yanlışlık vardır.

Ya her şehri üç aşağı beş yukarı birbirine benzer ya da gösterilen fragman yalandır.

Sen ülkeyi yüksek hızlı trenle buluşturacaksın, ama bazı illeri sırf tüccar kafasıyla düşünerek öteleyeceksin!

Ne yani Erzurum’un Ağrı’nın, Kars’ın potansiyeli kapitalizmin ölçülerine uymuyor diye, “kara tren size yeter” mi diyeceksin?

Ki, diyorsun…

Her şehre, mezunlarının yarınlara dair ümitleri olmayan üniversiteler açmak…

Her şehre vatandaşın uçma imkanı bulamadığı havaalanları yapmak…

“Çocuk doğur, göbek bağını getir al beş bin lira.”

Yahu bu boş şişe getir, dondurma kazan demek gibi değil ki…

Yok…

Hakikaten mesele bu kadar basit değil.

İnsanlar yaşadıkları yerlerde hayat kalitesi açısından standartların altındaysa, oradan kaçarak uzaklaşırlar.

Bugün olduğu gibi…

İstanbul’da dar gelirli açısından hayat kalitesi alabildiğine kötü…

Buna rağmen insanlar İstanbul’a yahut İzmir’e koşuyorsa bilinmelidir ki, yaşadıkları yerdeki hayat kalitesi çok daha kötü…

Osmanlı’nın son döneminde Prens Sebahattin…

 “Adem-i Merkeziyetçiliği” savunuyordu.

Yani yerinden yönetim…

Prens, Batı orjinli bu tezi savunurken, düşüncesinin sıklet merkezine önce insanın mutluluğunu ve refahını koyuyordu.

Bu bölgede, ulaşım servet değerinde…

Isınma ve barınma ancak zenginlere mahsus…

Bu bölgede, işe ve aşa ulaşmak her defasında piyangodan büyük ikramiye kazanma mesabesinde…

Bu gerçek olanca çıplaklığıyla ortadayken…

Evli çiftler neye güvenerek bir ve birden çok çocuk yapsın?

Mesele keşke sadece ayda beş bin lira vermekle çözülecek kadar basit olsaydı.

Değil ne yazık ki…

Devletlerin uçlarda kaleleri vardır.

O kaleler ki merkez-i devletin teminatıdır.

O uçlarda, burçlar teker teker düşerse saltanat sallanır.

Ne kadar umurlarında bilemem, ama Erzurum’da rüzgar bodoslama esiyor.

Nüfus göçü öyle hızlı ki, çocuk doğuracak kadın kalmıyor.

90’lı yıllardı.

Ülke genelinde bir akım başladı:

“Doğu kontrolü”

Batı hayranı ve destekli kimi kuruluşlar…

O güne kadar tenezzül etmedikleri Doğu’da, Güneydoğu’da doğum kontrolü için bir takım aparatlar dağıttılar ve çok etkin kampanyalar yaptılar.

Bu kampanyaya, o günün Türkiye’sinde en etkili olan isimlerin karıları da yandaş ve yoldaş oldu!

Öyle ki bu kampanyayla ilgili müstehcen fıkralar bile üretildi.

Türkiye’de kadınlar artık doğurmak istemiyor.

TÜİK’in sunduğu rapor tam da böyle…

Reçete var mı?

Var…

İnsana, insanca yaşayacağı bir hayat sunmak…

Yani çocuklara “mal” muamelesi yapmamak…

Kemal Sunal’ın filminde vardı.

“Çocuk başına para” Almanya’nın özetini geçiyordu.

Hayır…

Çocuk başına para değil…

Her çocuğun bu ülkenin bekası olduğunu anlatmalıyız, inanmalıyız ve yaşatmalıyız…

Bu ülkenin zenginleri de birden çok çocuk yapmanın, servetlerinin geleceği olduğunu bilmeli…

Taşrayı yaşanır kılmak zorundayız.

Taşrayı, hapishane olarak anlatan değil de, “yarınlarım” şeklinde gören insanlarla bezemek zorundayız.

“Filanca kurum zarar ediyor. Devletine sırtına yük, kapatalım gitsin” diyen bürokratik oligarşi öylesine güçlü ki…

“Devlet tacir değildir” diyecek yönetim onu alt edemiyor.

“İhraç ederiz.”

“Özel sektörden alırız.”

Bakış bu…

-Ya insanımız?

-Aman sen de hele dert ettiğin şeye bak. İstanbul’a gelsinler. Burada torbacıya, ayakçıya, hizmetçiye, erketeye, katile, hırsıza, yan kesiciye, tinerciye de ihtiyaç var!

Niye suçların en çoğu İstanbul’da?

Çünkü birileri bile isteye İstanbul’u suç mabedi yaptı.

Bu son cümlemi bizi yönetenler anlar anlamaz bilemem:

Erzurum doğurmazsa Türkiye kısır kalır.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.