Geçen gün ziyaretime gelen eski bir arkadaşıma bir rüyamı anlattım:
Şehrin epey uzağına havalimanına benzer bir acayip tesis yapmışlar. Uzay mekiğini andıran hava araçlarının biri iniyor, biri kalkıyor. Ovada tertipli, düzenli yemyeşil şirin bir şehir.
İlçelere ve çevre illere hızlı tren hatları ve otobanlarla bağlı tesise gelip giden tren ve tırların haddi hesabı yok.
Hareketlilik gece gündüz devam ediyor.
Merak edip güleç bir görevliye soruyorum: - Bu düzenli yoğunluğun, hareketliliğin sebebi nedir?
Görevlinin yönlendirdiği yetkili kişi heyacanla anlatıyor:
- Erzurum'un gayretli, hamiyetli, becerikli evlatlarının öncülüğünde şehir büyük bir kalkınma ve zenginleşme devrimi gerçekleştirdi.
Üniversitelerimiz dünya sıralamasında üst sıralara tırmandı. Şehir, üretim ve ihracata dayalı yeni bir ekonomi paradigmasıyla kısa sürede büyük atılım yaptı.
İleri teknolojiyi önceleyen gıda sanayii ile dünyaya açıldı. Kış Turizminde aldı başını gitti. Çevrenin sanayi ve ihracaat merkezi oldu. İlçeler ve çevre illerdeki çiftlik, atölye ve fabrikalardan gelen marka ürünleri hava, kara, demiryolu filoları taşıyıp duruyor dünyanın dört yanına. İpekyolu'nun deniz ayağını Ovit Tüneli ile Trabzon'a bağlanan ticari koridor teşkil ediyor. Anlayacağın Erzurum, sadece bölgenin değil, ülkenin parlayan yıldızı oldu ekonomik ve kültürel alanda çok şükür.
Görevli anlatmayı sürdürürken aniden uyandım, unuturum endişesiyle bu güzel rüyayı not ettim.
İşte sana da anlatıyorum.
Rüyamı hoşnutlukla dinleyen arkadaşım: "Allah hayırlara tebdil etsin, sadece rüyanı değil, hayallerini de hakikat kılsın." dedi.
Sonra sohbetimiz şu minval üzere devam etti: - Rahmetli Prof. Dr. Nihat Sami Banarlı'nın
bir makalesinde şu güzel öykücüğe yer vermişti, şimdi sana rüyamı anlatırken hatırladım:
Oğuz Kağanın ak saçlı aksakallı, uzun tecrübeli bir veziri vardı. Adı Uluğ Türkdü
Uluğ Türk, uykusunda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay, gün doğusundan
gün batısına kadar uzanmıştı.
Üç gümüş ok da şimale uçuyordu.
Uluğ Türk, düşte gördüğünü hakanına anlattı ve dedi ki :
Ey kağanım, sana hayat hayırlı olsun. Tanrı, düşümde gördüğümü gerçekte sana versin; bütün dünyayı senin soyuna bağışlasın.
Oğuz Kağan, Uluğ Türkün sözünü ve öğüdünü dinledi; yurdunu Boz-oklar denilen Gün, Ay, Yıldız adlı büyük oğullarıyla, Üç oklar denilen Gök, Dağ, Deniz adlı küçük oğullarına böldü ve onları yeryüzünün doğusuna, batısına hâkim olmaya yolladı
Rüya gerçek oldu, milletimiz cihana hükmetti. Biz de varlığımızı bunun gibi, Şeyh Edebali'nin
rüyası gibi rüyalara, yüksek hayallere borçlu değil miyiz?
- Hocamızın ceddine rahmet! Hatırlattığın için senin de.
- O makaleden not ettiğim şu bölümü de dinlemelisin:
"Bu demektir ki milletler bir rüya görebildikleri ölçüde büyürler. Gerçi zamanımızda eski fetih rüyalarını görmeğe imkân yoktur. Fakat fetihler devri geçti diye idealler ve rüyalar devri de geçmiş olamaz.
Yeter ki fertlerin ve milletlerin büyüme ve yükselme emelleri sönmesin.
Enerji tükenmesin. Bir millet, dünyayı fethe çıkmadan da kendi vatanında göstereceği kültür, sanat ve medeniyet yükselişleriyle dünyanın gönüllerini fethedebilir.
Nitekim batılı milletler, yıllarca ve yıllarca evvel, füzelerin ve fezaların rüyasını görmeseydiler bugün göklerin fethi mümkün olmazdı."
- Evet, çok isabetli tespitler. Biz de şehrimiz ve ülkemiz için büyük hayaller kurup, tatbik etmeliyiz.
- Ne mutlu bize ki, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız, sivil toplum kuruluşlarımız,
bilim insanlarımız ve her meslekten 'laptoplu dadaşlar ordumuz' bu şehir için büyük rüyalar görmeye, büyük hayaller kurmaya devam ediyorlar.
Bitmez tükenmez hemşerilik enerjileri ile şehirlerinin şanlı hizmetkârı olmayı zevkle
sürdürüyorlar.
Sayısı gün geçtikçe çoğalan Erzurum için rüyası, hülyası, davası olanlara selam olsun.