Dostumuz Samvel ,bekleme sürecinde telefonla her gelişmeden haberdar oldu ve Gümrü girişinde flaşörleri yanan bir aracın bizi beklediğini söyleyip bir aksilik durumunda telefonunun açık olduğunu hatırlattı.
Amasya Kavşağını geçip, Gümrüye yaklaştığımızda Samvelin dediği gibi flaşörleri yanan bir aracı gördük ve durduk.
Araçtakiler işaret edip onları takip etmemizi istediler ve bizde peşlerine takılıp Gümrü Otelinin önüne geldik.
Otelin sahibi Levon, bizim yaşlarımızda zengin bir iş adamıydı. Gece geç saat de bizi karşılayan Levon otelinde çok mükellef bir sofra hazırlatmıştı. Yemekte yörenin meşhur balığı İşhan vardı ve çok lezzetliydi.
Yemeğimizi yiyip, çaylarımızı içtikten sonra izin istedik ve yola çıktık. Yolu bulamayacağımızı tahmin eden Levon ,aracıyla Gümrünün çıkışına kadar bize eşlik etti.
Gördüğümüz bu misafirperverlik karşısında son derece memnun olduk ve bu enerji ile yola devam edip, teknoloji mucizesi navigasyonun yardımıyla saat 02.00de Erivana ulaştık ve Anna Bella isimli otelimize geldik.
23.AĞUSTOS Cuma günü sabah 09.30da kahvaltı salonuna indik. Bir gün önce yaşadığımız yorgunluğu üzerimizden atıp, karnımızı doyurduktan sonra otelin bahçesinde aramızda sohbete başladık.
Etrafımızdaki klasik Rus mimarisinin örneği taş yapılara gıpta ile bakıp çevremizi tanımaya çalışıştık.
Otelimiz Arapkir semtindeydi ve çok güzel bir bahçesi vardı.
Derken, telefonda görüştüğümüz Samvel geldi. 40 yıllık dostlarını gören bir kişinin muhabbeti ve içtenliği ile bizi karşılayıp, hepimize ayrı ayrı sarılıp hoş geldiniz dedi.
Çok güzel Türkçe konuşan Samvelin baba tarafı Erzurumdan, anne tarafı ise Şavşattan gitmeymiş.
Samvelin yanında Yeva isminde bir bayan vardı. Türk Dili ve Edebiyatı mezunu olan bu bayan gezimizin ilk gününde bize yardımcı oldu.
Yeva ile sohbetimizde Erivanda Erzurum Oteli ve Erzurum Restoranı isimli iş yerlerinin olduğunu öğrendik.
Ermenilerin, Yerivan dedikleri Erivan ,havası ile Iğdıra benziyordu. Caddeler genişti ve taş yapılar şehre estetik bir görünüm kazandırıyordu. Eski SSCB şehirlerinde olduğu gibi doğal gaz buruları açıktan gidiyordu.
Otelden ayrılıp ,Sanvelin şehrin merkezindeki 52 dairelik inşaatına gittik. Burada inşaatın m2sinin 1250 ABD doları üzerinden satıldığını duyunca hayret ettik. Bizim inşaat birimleriyle karşılaştırdığımız da bir hayli pahalı olduğunu gördük.
Dışarıda yaşayan Ermenilerin, daire ve iş yeri almaları inşaat sektörünü canlandırıyormuş. Son zamanlarda da Suriyeden gelen Ermenilerin talepleri bir hayli fazlaymış. Hatta biz oradayken Fransadan gelen bir ailenin daire almak için bilgi aldığına şahit olduk.
İnşaatta, Samvelin ortakları Hayk ve Varujla tanıştık. İnşaatın ofisinde bizle yakından ilgilenip, çay ve kahve ikramında bulundular. Servisi , Araks isminde sempatik bir kız yaptı.
Cuma günü olması münasebetiyle Samvele, bizi İranlılara ait camiye götürmesini söyledik ve yola çıktık.
Yolumuzun üzerinde Meclis ,Tiyatro ve Opera binalarını gördük. Prospect Caddesinden geçip tarihi çarşıya geldik.
Çarşının giriş kapısı tarihi bir özellik taşıyor olsa da içerisi modern bir market görünümündeydi.
Bizdeki lavaşların daha büyüklerini gördük. Başka bir reyonda baklavalar iştah kabartıyordu. Et reyonunda ki şiş kebaplar Adanayı hatırlatıyordu. Sorduğumuzda lavaş, baklava ve şiş kebap tabirlerini kullandıklarını öğrendik. Kurutulmuş meyvelerin, reçellerin ve çeşitli gıdaların satıldığı bu çarşı çok hareketli ve düzenliydi.
Çarşıdan çıkıp karşıya geçtik ve kısa bir yürüyüşten sonra 18 yy. Yapılmış olan Mavi Camiye geldik. Dışarıdan bakıldığında camiyi anımsatan bir görüntü yoktu. Mavi çinilerle kaplı İran mimarisini yansıtan bir kapıdan içeri girdik.Kervansarayı andıran bu yapının içerisindeki camiye geldik. İçeride çok az bir cemaat vardı.
Vakit gelmişti. İmam Farsça vaaz ediyordu. Biz sünnet namazının kılınıp, kılınmayacağını aramızda tartışırken, imam bize dönerek kardaşlar siz sünnet namazınızı kılabilirsiniz dedi.
İmam vaaz ederken bizde sünnet namazını kılıp bekledik. Nihayet iç ezanın okunmasının ardından imam hutbeyi Farsça ve İngilizce okudu. Cuma namazını kıldıktan sonra içinde caminin bulunduğu bu külliyeyi gezip, bahçesinde oturduk. Bu arada caminin yanında helal et ve tavuk satıldığını gördük.
Camiden çıktıktan sonra Yerivanın meşhur Cumhuriyet Meydanına geldik. Çok geniş olan bu meydanın etrafında tarihi müze, başbakanlık ve bakanlıklar binası ile Armania Marriott Otel bulunuyordu. Tarihî Müzenin önünde güzel bir havuz vardı. Akşamları bu havuzda su gösterileri yapıldığını ve ortamın çok hareketli olduğunu duyduk.
Erivanda trafik çok düzenliydi ve kurallara hemen herkes dikkat ediyordu. Araçların bir kısmında direksiyon sağ taraftaydı.
Yeşil pasaportların Dış İşlerinde vizelerinin yapılması gerektiğinden üç arkadaşımız Samvelle birlikte işlemlerini yaptırmak üzere bizden ayrıldılar. Bizde Yeva ve Armenle birlikte bir parka gittik. Park çok ağaçlıktı ve ortasında fıskiyelerin su püskürttüğü bir biri ardınca sıralanmış havuzlar bulunuyordu.
Armen Lusinyan, ailesi Kilikyadan gelmiş emekli bir coğrafya öğretmeniydi. O konuştuklarımızı anlıyordu ve bizimle iletişim kurabilecek kadarda Türkçe konuşabiliyordu. Babası Tigranın 1914 yılında Adanada doğduğunu ve Türkçeyi de büyükannesinden öğrendiğini söyleyen Armenle gezimiz süresince hep birlikte olduk. Armenin en büyük arzusu, babasının doğduğu Adanayı görmekmiş. Bu konuda kendisine yardımcı olacağımızı söyleyince çok mutlu oldu.
Tarihi Müzeye giderken kaldırım üzerinde akordeon çalan yaşlı bir sokak müzisyeniyle karşılaştık. Yanından geçtikten sonra kulağımıza Sarı Gelin türküsünün nağmeleri gelince hemen döndük. Yaşlı müzisyen Sarı Gelini çalarken bizde ona eşlik edip ,müziğin evrenselliğini ve insanlar arasında ortak bir değer olduğunu vurguladık.
Tarihi Müze tam manasıyla muhteşemdi. Bu müzeyi hakkıyla gezmek için en az bir kaç gün gerektiğini söyleyebilirim. Özellikle Urartulara ait eserler dikkat çekiciydi. Müzede ziyaretçileri yönlendiren çok sayıda personel vardı.
Müzede MÖ.3600 yılına ait bir çarık vardı . Buna bakarken Ermenilerin çarığa ,çaruk dediğini öğrendik.
Müzeden çıkıp karşıya geçtik. Yürümeyi seven biri olarak arkadaşlarımdan ayrılıp yarım saatlik bir yürüyüş yapıp ,parka geldim. Bu esnada yeşil pasaportların vize işi de halledilmişti. Hava bayağı sıcaktı. Gazoz ve dondurma ile serinlemeye çalıştık.
Samvel ,Ermenistanda çok sevilen bir isimdi ve insanlarla iletişimi mükemmeldi. Çok geniş bir çevresi vardı ve gittiğimiz her yerde çok ilgi görüyordu. Şahit olduğumuz kadar çok sağlam dostluklar edinmişti.
Parkta dinlendikten sonra Garniye doğru yola çıktık. Yolumuzun üzerinde Ermenilerin Ararat dedikleri Ağrı Dağını gördük. DEVAM EDECEK ..