HEVSEL BAHÇELERİ
( EFSEL BAHÇELERİ)
8 bin yıllık kentle var olan diğer öğe 700 hektarlık bir alanı kapsayan ve çok önemli bir yeşil kuşak olan UNESCO’ya aday Hevsel Bahçeleri. Diyarbakır’ın var olduğu günden bugüne sebze ve meyve ihtiyacını karşılayan Hevsel Bahçeleri, yeşili korunmuş çok nadir örneklerden biri olarak yorumlanıyor.
Sizler de duymuşsunuzdur ama ben On gözlü Köprüden, üniversite sırtlarına doğru uzanan Hevsel Bahçelerinin birkaç hikâyesinden en çok beğendiğimi bir paragraf ile sizlere hatırlatmak istiyorum.
(Atatürk ve Hevsel Efsanesi)
250 hektarlık arazi üzerinde kurulan Hevsel Bahçeleri, ne derece doğrudur bilinmez ama Atatürk ile Hevsel’iın bir efsanesi Diyarbakır’da söylene gelir. ‘’Vakti zamanında Atatürk gelir şimdiki Gazi Köşküne yerleşir. Diyarbakırlılar, bir derdi olan Hevsel adında çok güzel bir kadını derdini söylemesi için Atatürk’e gönderirler. Kadın öyle güzeldir ki tek gözünün kör olması bile güzelliğinin bir parçası gibidir. Atatürk kadının derdini dinler. Sonra Terasına çıkarlar. Atatürk, ‘’Hevsel şu gözünün gördüğü her yer senin’’ der.
Diyarbakırlılarda buna şu espriyi katarak efsaneyi daha da güzelleştirir. ‘Allah’tan tek gözü körmüş, yoksa Diyarbakır’ın tamamı onun olacaktı’ derler.
Deliller Hanının önünden geçerken ilginç gelen adını sordum “Deliller Hanı olarak bilinmesinin nedeni Hicaz’a gidecek hacı adaylarını götürecek delillerin (rehberlerin) bu handa kalmalarındandır.” Dediler.
ULU CAMİİ
İslam âleminin 5. Harem-i Şerifi olarak kabul edilen ve en fazla sahabenin misafir olduğu bu şehirdeki en muazzam eser. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Ulu Cami den “Diyarbekir’in Yüz suyu” diye bahseder. Baktıkça bakasınız geliyor, ayrılamıyorsunuz ama ne yazık ki seyahattesiniz ve ayrılmanız gerekiyor. Nevin İspirlioğlu arkadaşımızın görmeyi çok arzu ettiği, burada doğan ve evleri birer müzeye dönüştürülmüş olan Cahit Sıtkı Tarancı ve Ziya Gökalp müzelerini görmek istedik ancak, Esma Hanım adlı bir bayanın da satın alıp restore ettirdiği ev tadilattaydı… Bizde nerde öyle hanımlar ki bir büyüğün evini alıp geleceğe bırakmak…
Minaresi dört taş üzerine inşa edilen Mutahhar Camiine geçtik, bambaşka bir dünya ya götürüyor sizi. Minarenin dört ayağının İslamiyet’te kabul gören dört mezhebi temsilen yapıldığı söylenir.
Saint George Kilisesi
Roma döneminde 3. yy da yapıldığı sanılıyor. Bu görkemli yapı Artuklular döneminde batı tarafına yapılan kubbe ile hamam olarak kullanılmaya başlanılmış muazzam bir yapı… Kilisede yapılan restorasyon sonrası yapı “Sanat Galerisi” olarak kullanılmakta.. Burada bir de hatıra defteri koymuşlar ve Ermenilere ait gibi sadece Ermeniler ve Ermeni yandaşları deftere yazmışlar. Ben de hatıra kalsın diye yarım sayfa yazdım…
Diyarbakır gezmekle bitirilecek bir kent değil, efsanesi hala dillerde dolaşan “Suzan Suzi” türküsü dilimizde şehre veda ediyoruz.
SUZAN SUZİ HİKÂYESİ
Diyarbakırın güneybatısında, Dicle Nehri kenarında, Kırklardağı vardır. Bu Kırklardağının arkasında Kırklar Ziyareti vardır. Çocuğu olmayanlar, buraya gelip dilek dilerler.
Bir Süryani zengin ailenin de hiç çocukları olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyaretine gelip dilek dilemiş, adak adamış. Bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde, annesi onu süsler, giydirir ve Kırklara götürerek, bir kurban kestirirmiş. Suzan böylesine bin nazlarla büyüyüp, güzel bir genç kız olmuş. Müslüman komşularının oğlu Adille, birbirlerine âşık olmuşlar. Yine bir doğum yıl dönümünde, annesi Suziyi, hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere, Kırklar Ziyaretine göndermiş. Arkalarından habersizce Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi, Adille beraber, dağın arkasına dolanmışlar. Kırklar Ziyareti, bu beraberliği bağışlamamış ve ziyaret Suziyi çarpmış. Kız On Gözlü Köprünün orada, Diclede boğularak ölmüş. Suzinin ölümünden sonra, Adil de aklını yitirmiş.
Kırklar dağının düzü
Ziyaret çarptı bizi
kör olasın susan suzi
sular apardı bizi
Köprü altı kapkara
Suzan gel beni ara
Saçlarıma kumlar doldu
Tarak getir sen tara.
Diyarbakır yazarları bu öykünün gerçek olmadığını esas öykünün bu olduğunu yazarlar.( Nakif genç ve yakışıklı bir Diyarbekir delikanlısıdır. Aynı zamanda tarımsal ilaçlama yapan halk arasında PIR.... PIR .. diye adlandırılan uçaklarda Pilot olarak çalışmaktadır.
Bir Balo yapılır o tarihte kentte. Nakif ile sevdiği kız Suzan da o gece balodadırlar, dans ederler ,eğlenirler. Gecenin sonunda Nakifin taksisi ile hava alıp gezmek ister gençler. On Gözlü Köprüyü geçerler, Kırklar Dağının yamaçlarında Nakifin taksisi Dicleye uçar, Suzan ile Nakif Dicle nehrinde boğulurlar. Bu olay Diyarbakırda büyük bir etki yaratır. Severek dinlediğimiz bu hüzünlü "Kırklar Dağının Düzü " türküsünün gerçek öyküsü budur. Son zamanlarda bazı romancıların ve öykü yazarlarının çeşitli versiyonlarla süsleyerek Kırklar Dağı Efsanesinin içine yerleştirdikleri Medyatik Suzan Suzi, bu bizim Suzan Suzi değil sevgili okuyucular.
-Halit ÖTÜK-
Ulucamiye, kiliselerden Malabadi köprüsüne, kadar gezilip görülecek yerleri ve tarihi ile muazzam bir medeniyete beşiklik eden Diyarbakır’ın Valisi de eski Erzurum Vali Yardımcısı Sayın Cahit Kıraç, Urfa Belediye başkanı da Erzurum eski Valisi Sayın Cemalettin Güvenç’ti. Keşke vaktimiz olsaydı kendilerini ve sevgili eşini ziyaret edebilseydik.