Kadın haklarına ilişkin meseleleri, kadınların toplumsal ve siyasal alana katılımlarının
Atatürkün de ifadesiyle Türkiyenin daha emin ve daha doğru bir yolda ilerlemesi için ne kadar gerekli olduğunu bu köşede daha önce birkaç kez kaleme aldık.
Nevin Yıldırım davası ile yargının nasıl da cinsiyetçi bir tavır takınabildiğini, namusun erkekler için nasıl da vahşeti meşrulaştıran bir sebep olarak kullanılabileceğini aktardık.
Bu kez yine tüm Türkiyeyi derinden sarsan, siyasetten sanat, spor camiasına önde gelen isimlerin tepkisini çeken bir olaya şahitlik ettik. Bu öyle bir şahitlik ki Kırıkkalede 18 Ağustos
günü Emine Bulut kızıyla oturduğu kafede eski kocası tarafından katledilirken bu dakikalar anbean kameralara yansıyor.
Emine Bulutun ölmek istemiyorum çığlıkları, 10 yaşındaki kızlarının annesinin başını tutarak anne ölme feryatları yürekleri yakıyor. Lakin orman yangını, sel, deprem gibi felaketlerde yahut ailelerin ocağına ateş düşüren şehit haberlerinde de yüreklerimiz yanıyor
bizim zaten. Zira duygusal bir millet, infiale son derece yatkın bir topluluğuz.
Ancak nasıl ki zamanında gözyaşı döktüğümüz afetlerden ders çıkarmıyor, aynı felaketlerin bir daha yaşanmaması için önlem almıyor isek, kadın cinayetlerinde, hak ihlallerinde de benzer bir durum söz konusu.
Bir kadın cinayetinden sonra toplumun o anki nabzına göre manşetler veren, yazılar, karikatürler hazırlayan gazetelerde bu davaların nasıl sonuçlandığına dair aylar sonra haber bulmak zorlaşıyor. Bu tarz elem dolu olayların ardından siyasiler bütün bir gündemi bırakıp bu konulara yoğunlaşırken birkaç gün sonra aynı siyasilerden buz gibi cinsiyetçi ifadeler duymak
mümkün oluyor. Kadın cinayetleriyle ilgili hukuki süreci takip eden samimi bir azınlık, kimi avukatlar, dernek başkanları, gazeteciler daha sonra seslerini duyurmakta zorlanıyor. Adeta cinayetin bir haber değeri kalmamış, toplumun vicdanı soğumuş oluyor.
Bu kez de yine Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığının olayla ilgili hazırladığı iddianame jet hızıyla kabul edildi. Şüpheli, Kırıkkale 1. Ağır Ceza Mahkemesinde canavarca hisle tasarlayarak öldürmekten müebbet hapis cezası istemi ile yargılanacak. Ezberlenmiş bir
bahane ile katilin, eski eşinin uygunsuz hayat yaşadığına, kendisinin onu defalarca uyardığına dair açıklamalarda bulunduğu da basına yansıyan bilgilerden. Bu cümlelerin Türk yargı
uygulamalarının namus zaafından faydalanmak için ezberletiliyor olması bir kenarda dursun gerçekten de yalnızca Emine Bulutun değil herhangi bir kadının öldürülmesi vakasında o kadının birtakım kimselerin ahlak anlayışına uymayan bir hayat yaşamasının vahşeti
meşrulaştıran bir neden gibi servis edilmesi kabul edilemeyecektir.
Bir yanda kadın hakları ile ilgili bir devrim niteliği taşıyan İstanbul Sözleşmesini tüm cinayetlerin katili belleyenler, bir yanda kanaat önderi üslubuyla, derin akıllı insanlarmış görüntüsü yaratarak bu cinayetlere erkekleri götüren sebepler incelenmeli cümleleriyle şiddet
sonrası uzaklaştırma kararlarını, velayetin anneye verilmesini eleştirenler de farklı bir şey söylüyor olmanın o pek muteber duruşuyla sosyal medyada fikir beyan ediyorlar. Bu insanların
özellikle kadın haklarına, toplumsal cinsiyet meselelerine kafa yorduklarına dahi inanmıyorum. Bu bir çeşit farklı olma, reklamın iyisi kötüsü olmaz düşüncesi ile şöhrete kavuşma çabası.
Lakin mesele o kadar ciddi, o denli sosyolojik yaralar açan bir mesele ki işi gücü bırakalım da bu insanlara laf anlatalım diyecek halimiz yok adeta.
Tüm STKlar, siyasetçiler gibi biz de mahkemenin kararını bekliyoruz elbette.
Ancak mahkeme kararının da ötesinde toplumun inançlarını sömüren, İslam adına fetvalar veren kesimin kadınlar hakkındaki sapık görüşlerinin durdurulması gerektiği, ilkokul kitaplarındaki cinsiyetçi ifadeler ile, televizyonlardaki erkek sever de döver de mesajlı yayınlar yapan diziler, programlar ile mücadele edilmesi gerektiği tüm gerçekliğiyle bizi bekliyor.