Bilindiği gibi 8 Mart "Dünya Kadınlar Günü" olarak çeşitli faaliyetlerle kutlanmaktadır. Bunun geçmişi ise kısaca şöyle bilinir: ABD'nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800' lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele etmeye başlayıp, 8 Mart 1908 günü haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale edip, grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek düşüncesiyle greve giden bu kadınları fabrika binasına kilitlerler.
Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne acıdır ki, fabrikadaki kadın işçilerden çok azı kaçıp kurtulurken, kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi feci bir şekilde yanarak can verir.
Bu talihsiz olayın ardından, 1910 yılında Kopenhag'da Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda, Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılması önerisini getirir ve öneri oybirliği ile kabul edilir.
Türkiye'de ise, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlanır. 1975 yılından beri de daha yaygın bir şekilde çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.
Kadınların aile içinde ve toplumsal yapıda her zaman hak ettikleri saygı ve değeri gördüklerini söylemek mümkün değildir. Yanlış dini anlayışlar ve dinimizle bağdaşmayan töreler sebebiyle zaman zaman kadınlarımız haksız muamelelere maruz kalabilmektedir. Bununla birlikte kadını cinsel istismar aracı olarak gören düşünceler de bu haksızlığın başka bir cephesini oluşturmaktadır.
Kadınlara yönelik hak ihlallerinin ve kadına yönelik şiddetin sebebi asla ve kat'a İslam değildir.
İslâmiyet, din görünümlü bazı batıl inançlarda olduğu gibi, kadını şeytanın ürünü veya kötülüklerin menşei olarak görmez. Kur'an, erkeğe kadının egemen bir efendisi, kadına da, erkeğin egemenliğine teslim olmaktan başka çaresi bulunmayan zavallı bir varlık olarak da bakmaz. İslam'da kadının eşsiz ve diğer düşünce ve sistemlerde hiç benzerliği olmayan bir konumu vardır.
Yüce Yaratıcı, insanları birbirlerine eş ve yoldaş olsunlar diye kadın ve erkek olarak yaratmıştır. Fıtrat dini olan İslamiyet, her iki cinse de layık oldukları değeri vererek erkeği ve kadını fazilet yarışında eşit görmüştür.Fiziki yapıları sebebiyle insanlık tarihi boyunca ezilen, sömürülen, istismar edilen, horlanan, alınıp satılabilen bir meta olan kadınlar, İslam'la birlikte toplumda hak ettiği yeri almışlardır.
Annelerimiz, kız kardeşlerimiz, eşlerimiz ve kızlarımız olan kadınlar, bizlere Allah'ın birer emanetidir. Nitekim Peygamberimiz Veda Hutbesinde; "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emâneti olarak aldınız. Onların nâmus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır." Buyurmuşlardır. Emanete saygılı davranmak ise herkesin dini ve insani vazifesidir.
Kadınlar bizim anamız, bacımız, eşimiz, kızımız her şeyimiz. Onlar hava gibi, su gibi, aş ve ekmek gibi hayatımızın ayrılmaz parçalarından biridir. Onlara layık oldukları değeri vermek zorundayız. Zaten Müslümanlığımız da bunu gerektirir.
Hele Anadolu kadını bir başkadır: Sırtındaki bebeği ile tarlada, bağda, bahçede çalışır. Yeri gelir cepheye koşar, gözünü kırpmadan vatan savunur. Yeri gelir saçını süpürge eder, eşi ve çocukları için. Yeri gelir dertlerimize ortak olur, kuvvet verir zor günlerimizde?
Kısacası onlar bizsiz, biz onlarsız olamayız.
Necip Fazıl Kısakürek'in bir sözüyle bitirelim: "Kadın; diri diri gömülürken, onu oradan çıkarıp ayaklarının altına Cenneti seren dinin adıdır İSLAM".