Malum bugünün sosyal medyası, eskinin ayaklı gazetesinin yerini aldı!
Tam da bizim Rabia Hilal'in dediği gibi, "Kirli bilgiler kirli zihinlere dönüştü."
Şayet bir insan sırf bu sosyal medyaya bakarak, olup bitenlerden malumat sahibi olmaya kalksa, anında şapa oturur! Çünkü orası öyle bir çukur ki, içine bir düştünüz mü çıkmanız neredeyse imkansız.
Çıfıt çarşısı...
Şu beş on gün öncesine kadar sosyal medyanın değişmeyen gündemi(!) iki başlık ekseninde şekilleniyordu:
1- Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen, ilk genel seçimde milletvekili adayı olup, belediyeden kaçacak!
2-Büyükşehir belediye başkan adayı kesinlikle Recep Akdağ olacak!
Bu iki "kehanet", uzunca zaman modern ayaklı gazetenin manşetlerini süsleyip durmuştu.
Peki sonuç ne oldu?
Evet; sonuç ortada. Ne Mehmet Sekmen, vekil aday adaylığı için belediye başkanlığından istifa etti, ne de Recep Akdağ muhtemel belediye başkanlığı adaylığı için vekil aday adaylığına müracaat etmekten geri durdu.
Hatırlarsanız geçen dönem de benzer tezvirat yapılmıştı: Akdağ başkan adayı olacak diye...
Sekmen görevinin başında, Akdağ yeni dönem için tekrar aday adayı...
Başka şehirlerde durum nedir bilmiyorum. Lakin Erzurum bu hususta öyle bir coşmuş durumdaki, eskinin dedikoducu "tırğış karıları"nı bile mumla aratır durumda!
Eee boşuna dememişler, "Erzurum bekar adamın karısını orospu yapar" diye...
İşte yeni bir seçim geldi çattı. Besbelli ki önümüzdeki Ramazan'ı da seçim mavralarıyla geçireceğiz.
Görün bakın ne hikayeler, ne yakası açılmamış iftiralar, ne senaryolar yazılıp çizilecek!
Değil midir ki...
Bu şehrin kadrolu ve de çakılı iflah olmaz müzmin muhalifleri vardır.
Gerçek isimleriyle kelam edemediklerinden mütemadiyen sıfatların arkasına sığınırlar...
Tıpkı müellifi meçhul jurnal gibi...
Tıbben "septik" olmak, onların mahut dünyalarını biçimlendirdiği için kafi miktarda tevatür yaymakta özgürler!
Siz siz olun ruh sağlığınızın selameti bakımından, seçim müddetince bu çıfıt çarşısından uzak durun.
İsmi ve zamanı lazım değil. Bir vakit bu şehirde çok değerli bir bilim insanı, yakın dostlarının zorlamasıyla siyasete girmişti. O güne kadar adı, ailesi ve mesleği etrafında en küçük bir dedikodu olmayan hocamız, anında haysiyet cellatlarının pazarında darağacına çıkarıldı!
En masum itham şuydu: "Hoca, Ermeni asıllı bir Alevidir!"
Öyle de olabilirdi. Bunda da hiç bir beis yoktu; fakat o hoca ne Ermeni asıllıydı, ne de Alevi'ydi ama...
Tamam suçluydu!
Niye siyasete girdi ki!?
Galiba aynı dönemdi. O günün ülke genelindeki en istikbal vadeden bürokratlarından biri hemşerimizdi. Gazetelerde her açıklaması 9 sütuna manşet çıkardı. Derken o hemşerimiz bir "halt etti" vekil adayı oldu!
Vay sen misin bize rakip olan, gör bak ki sana ne iftiralar atacağız!
Dediklerini de yaptılar nitekim, o çok başarılı bürokratı bir anda kendilerince paspas ettiler!
Sırf babasının din adamı olmasından hareketle buldukları slogan şuydu:
"Hatim parasıyla okuyan oğlan!"
Rahmetli İbrahim Erkal Erzurum için "zor şehir" demişti.
Oysa İbrahim'den çok ama çok önce de Emrah isyan etmişti:
"Ey hoca beni tan eyleme"
Reyhani Usta boşuna mı "gidirem" deyip de, hala kulaklarımızda çınlayan o ağıtı yakmıştı?
Mesleki bunca yılın tecrübesine dayanarak söylüyorum: Sizi temin ederim ki Erzurum kadar, kendi evladına kıyan başka bir şehir yoktur.
Bazen kendi kendime sormuyor değilim.
Bizde niye düello yokta pusu var?