Peygamber Efendimiz (sav)’in insanlığı İslâm’a davet sürecinin en zor yıllarında bir gece Mescid-i Aksâ’ya, oradan da semaya yaptığı pek çok ilahi hikmet, sır ve bereketi içinde barındıran bu yolculuk, Peygamber Efendimiz (sav) için zaman ve mekanın da sahibi Yüce Mevlâ’nın sonsuz kudretini müşahede etme ve onun desteğine mazhar olarak risalet görevinde manevi güç kazanma vesilesi, müslümanlar için ise Allah’a ve Hz. Peygamber’e bağlılığı pekiştiren bir sınav olmuştur. Nitekim İsra suresinin ilk ayetinde bu kutlu yolculuğun ilk aşaması şöyle dile getirilmektedir: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”
Yüce Allah tarafından alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)’nın, Cenab-ı Hakk’ın yüksek huzuruna kabulü anlamına gelen ve varlığın özüne ve anlamına yolculuğu ifade eden İsrâ ve Miraç, Peygamberimizin şahsında insanlığın önüne açılan sınırsız bir yükseliş ufkudur. Miracın özünde her türlü kötülükten arınma, insanlığın yararına değerler üretme, fedakârlık, paylaşma, sorumluluk, zamanın önemini kavrama ve ilahî emirlere teslimiyet göstererek tertemiz bir kulluğa ve yüce mertebelere erişme vardır. Dolayısıyla Miraç hadisesi bizlere, insanın, ilahî rızaya ulaştığında idraki zorlayan nice üst derecelere yükselebileceğini, dünyevi ortamdan sıyrılarak mana âleminde yükselmenin, ilahî rahmet ve huzura erişmenin ancak gönül ve ruh temizliğinden, ahlakî erdemlerle bütünleşmekten, her şeyin sahibi olan Yüce Allah’a bağlılık ve boyun eğmeden geçeceğini de hatırlatır.
Yine Miraç hadisesinden öğreniyoruz ki, kıyamete kadar bütün Müslümanların bu manevî tecrübe ve yükselişi kendi hayatlarına taşıma imkanı mevcuttur. Zira bizzat Sevgili Peygamberimiz (sav) tarafından “mü’minlerin miracı olarak” nitelenen, İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan ve iç dünyamızdaki yükselişi ve arınmayı ifade eden namaz hepimize bu imkanı sağlamaktadır. Çünkü mü'min, namazda Rabbinin huzurunda durarak, sadece O'na kulluk etme ve sadece O'ndan yardım isteme fırsatı bulur. Namazda sadece bedeni ile değil özüyle, gönlüyle, duygu ve düşüncesiyle Allah’a yönelen ve Rabbi ile baş başa kalmanın mutluluğunu yakalayan, daima O’nun gözetimi ve desteği altında olduğunu hatırından hiç çıkarmayan mü’min, Rabbi ile baş başa kalmanın mutluluğunu yakalayacak ve bu bilinçle hayatına farklı bir anlam yükleyecek, bireysel ve toplumsal ilişkilerinde her zaman Allah’ın huzurunda ve gözetiminde olduğu inancıyla daha dikkatli, titiz ve sorumlu bir tavır sergileyerek olgun mü’min olma yolunda önemli mesafeler katedecektir. Dolayısıyla namaz, dost doğru kılındığında, iç dünyamızdaki manevi yükselişi ve arınmamızı sağlayarak inancımızla yaşantımızı birleştirecek, bilinç düzeyimizi yükseltecek ve böylece bizi kötülüklerden alıkoyacaktır. Nitekim “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı sürekli hatırda tutmak ve O’nun lütuf ve murakabesi altında olduğumuz bilincini diri tutmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut, 29/45) ayeti bu hususu açıkça vurgulamaktadır.
Mübarek Ramazan ayına adım adım yaklaştığımız ve mübarek gün ve gecelerin yoğun olarak bulunduğu bu günlerde, Kur’an’ın nüzulünün 1400. yılı olmasını da bir fırsat bilerek Kur’an’la daha çok buluşma hususunda daha fazla gayret göstermemiz gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Toplumun ve birey olarak kendimizin iç huzura kavuşması, sen ben kavgasının ve her türlü ayrımcılığın ve dışlamanın ortadan kalkması, gönül dünyamızda huzura, insani ilişkilerimizde olgunluğa, toplum hayatında barış ve esenliğe erişebilmek için Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamalı, anlatmalı, kendimize rehber edinmeli ve hayatımıza tatbik etmeliyiz. Ahlaki ve manevi sağlığımızı tehdit eden, insani ilişkilerimizi ve sosyal ödevlerimizi zayıflatan onca iç ve dış etkinin altında bunaldığımız günümüzde, Kur’an-ı Kerim’in İsra hadisesinden ismini alan suresinde yer alan şu ilahi prensipleri hatırlamakta da fayda görüyorum: "Allah'a ortak koşma, yalnız O'na inanıp yalnız O'na ibadet et, ana-babaya iyi davran, akrabaya, yoksula, yolda kalmış kimseye haklarını ver, cimrilik yapma, müsrif ya da savurgan da olma, açlık korkusu ve geçim kaygısı ile çocukları öldürme, zinaya yaklaşma, cana kıyma, yetimin malına el uzatma, verdiğin sözü yerine getir, ölçerken ve tartarken eksiklik ve noksanlık yapma, hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme, kibirlenme ve gururlanma. Bütün bu sayılanlar Yüce Yaratanın katında sevimsiz ve çirkin davranışlardır.” (İsra, 17/22-38) Unutmayalım ki, inanç, ahlak ve maneviyat dünyamızın, barış ve huzur içinde birlikte yaşamamızın vazgeçilmez değerlerine işaret eden bu ilahi buyrukları yaşamak ve yaşatmak, bizlere miracın manevi atmosferini günümüzde de hem fert hem de toplu olarak teneffüs etme imkanı sağlayacaktır.
Bunalan ruhlara, manevî hayatın ihmaliyle daralan ve katılaşan kalplere bu gecenin huzur getirmesi dileğiyle aziz milletimizin ve bütün Müslüman kardeşlerimizin Miraç Kandilini tebrik ediyor, bu mübarek gecede Yüce Mevla’ya açılan ellerin ve yapılan duaların, bütün İslam aleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine vesile olmasını, başta yakın çevremiz ile İsrâ ve Miraç mucizesinin cereyan ettiği kutsal topraklar olmak üzere bütün dünyada hak ihlallerinin sona ermesini, acı ve göz yaşının, şiddet ve umutsuzluğun yerini kalıcı bir huzur ve barışın almasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.