Hani şair diyor ya, "...Eskiden Erzurum'a kar yağardı"
Tam da o misal; eskiden Erzurum'da hayvancılık vardı, et vardı, ihracat vardı, kombinalarımız vardı.
Eskiden Erzurum'da hakiki anlamda tüccarlar, adam gibi de adamlar vardı.
Yani bu şehir, sadakaya muhtaç, sosyal yardıma müstehak değildi.
İran'a, Irak'a, Arabistan'a ve dahi Libya'ya et ihraç ederdik.
Bu şehrin büyükbaş hayvan sayısı, ülke toplamının yüzde kırkına tekabül ederdi ki, işte bu yüzden Erzurum'a "hayvancılığın merkezi" denilirdi.
Hakiki manada tüccarlarımız vardı, onların ağızlarından çıkan bir çift söz, bırakın Türkiye'yi ülkeler arası dünyada bile beynelmilel senet olarak geçerdi.
Erzurum'da ticaret vardı, haliyle bu ticaretin getirdiği bir zenginlik, bir kültür ve de Dadaşlık ruhuna uygun olarak bir yaşam tarzı vardı.
O kültürü, bugün yalnızca eskinin bakiyesi olan üçüncü kuşak Oral'lar yaşatmaya çalışıyor.
Bir kaç genç Oral'lar, -ki, onlardan biri olan Hakan Oral Ticaret Borsası'na başkan oldu- kendi çaplarında çırpınıp duruyorlar, acaba Erzurum'u yeniden eski günlerde olduğu gibi hayvancılığın merkezi yapabilir miyiz diye...
Olmaz demiyoruz, lakin çok zor artık...
Zira köprülerin altından o kadar su akıp gitti ki, bu şehir ümidini, bu şehir yarınlara olan güvenini, bu şehir kendisine önder olan kişilere karşı duyduğu güveni, en acısı da bu şehir öz güvenini yitirdi.
Bu şehir, tek kanadı kırılmış kuş misali umutsuzca çırpınıp duruyor.
Alın işte size et'e dair encamımız...
O çok övündüğümüz ve dahi yere göğe sığdıramadığımız cağ kebap var ya, işte o cağ kebabın eti Balıkesir'den, civil peynirimizin sütü de Çanakkale'den geliyor.
Siz kime ne hikaye anlatıyorsunuz efendiler...
Oral'lar üretim ve imalat yapıyor olmasa bu şehirde et, süt ve benzer alanda bize ait neredeyse hiç bir ürünümüz yok.
Bir kaç yerel markamız var, onlar da bankalara esir düştüklerinden, çıkardıkları birbirinden güzel ürünleri adeta kaçak köçek satıyorlar!
Devlet eliyle hayvancılığın bitirildiği şehre, ülkenin en modern kombinası kuruldu!
Kombina müdürü Aşkale yoluna çıkıp kamyonları denetliyor, eğer bir kamyonda canlı hayvan bulursa, ona prim vererek "...gel bizim tesislerde kesim yaptır" diyor!
Köylü, "...kar etmiyorum" diyerek, türlü teşvike rağmen ısrarla hayvan beslemiyor.Çünkü, beslediği hayvanın maliyeti, tıpkı astarı yüzünü geçen alış verişe dönüyor!
Eskiden Erzurum'a kar yağardı ya, işte o zamanlar irili ufaklı onlarca kesimhanemiz vardı. Bunların içinde Seven ve Oral'lar gibi beynelminel olanlar da vardı, misal at etinden sucuk yapıp halka kakalamaya çalışan merdivenaltı üretimler de.... Ama bu şehirde muazzam bir alış-veriş, para sirkülasyonu ve yüksek volümlü ticaret vardı.
Yani bu şehir, daha devlet yardımına ve sadakaya muhtaç değilken...
Biz yetiştik, onların son temsilcilerini de gördük: Erzurum, o yıllarda adının önünde "büyükşehir" yazmıyordu, ama öylesine hacimli, öylesine mana yüklü ve öylesine diriydi ki, ta Paris'ten bile baktığınızda, "...evet orası bir şehir" deniliyordu.
Tamam, evlerimizin damını kaplayan karları belki kürekle temizliyorduk, lakin o evlerin içinde muazzam bir kültür inşa edilmişti.
Müzisyenimiz vardı, şairimiz vardı, ressamımız vardı, hattatımız vardı, gazelhanımız vardı, tasavvuf ehli esnafımız vardı,hafızımız-hocamız vardı, Fransızca bir oyunu sahneye Fransızca koyabilecek çapta yetenekli insanlarımız vardı.
Muhtemelen çok şaşıracaksınız, ama bihakkın gerçektir: Bu şehirde gazete okuru insanlar vardı.
Şair diyor ya, "İyi insanlar iyi atlara binip gitti"
Bu şehir, kahrından öyle bir göç etti ki, beraberinde tüm sevinçlerini, tüm acılarını, tüm sevdalarını ve tüm birikimini de götürdü.
Bu şehir, aslında sessiz sedasız öldü de biz göremedik...
Dün bir takım insanlar toplanıp bu şehrin olmayan hayvancılığına dair adam boyu sözler sarf etmişler.
Eğer mizah yapmıyorlarsa, ya bizim aklımızla alay ediyorlar, ya da "yeseniz de bu, yemeseniz de bu" demeye getiriyorlar!
Anladık, birileri bu şehrin üstünü çizdi. Diyorlar ki, "Artık Erzurum'dan bir cacık olmaz"
Peki muhterem, niyetiniz tam olarak bu olmasına karşın ne diye, adına "Erzurum" dediğiniz bu kara mizahı sahneleyip duruyorsunuz ki...
Hakan Oral, o toplantıya Erzurum Ticaret Borsası Başkanı olarak değil de, yöneticisi olduğu ve güç bela ayakta tutmaya çalıştığı Oral Et'in temsilcisi olarak katılsaydı, yine de Ankara'dan alkış alma ümidiyle "...yaşasın, Erzurum dünyada et üretimi şampiyonu" der miydi?
Değil mi ki sevgili dostlar, kaza tedbiri bozuyor...
Hakan ne yapsın, yirmi küsur yıl sonra yeniden ayağa kaldırdığı Oral Et'i yaşatmak zorunda...
Ne Hakan'ı, ne de Hakan çizgisine gelen hiç kimseyi çok görmüyorum. Çünkü öyle bir yapı var ki karşımızda, ya kayıtsız şartsız biat edeceksin, ya da ismin önüne ya da arkasına takılacak bir yaftayla yok olup gideceksin.
28 Şubat'ın egemen apoletlileri de böyle diyordu.
Neyse biz yeniden Erzurum'un bir hayvancılık merkezi dolaysıyla da bir et ofisi olup olmadığına dönelim.
Baksanıza Vali'nin başkanlığında bir toplantı yapılmış ve bizim Hakan Oral'ın da bulunduğu heyet karar vermiş:
"Evet her ne kadar hayvanımız, besicimiz, sivil kombinalarımız olmasa da, madem devlet bizden böyle bir itiraf istiyor, bizde de işte o itirafı yapıyoruz: Erzurum bir hayvancılık merkezidir!"
Alkış oldu mu oldu, toplantıya katılanlar Vali bey'den aferin aldı mı aldı, şehirde olmayan hayvancılığın aslında dünya ölçeğinde bir seviyede olduğu dile getirildi mi getirildi...
Eeee geriye bir tek lüzumsuz muhaliflerin eleştirisi kalıyor, onun da bu muazzam başarı karşısında hiç bir hükmü yoktur.
Haydi Hakan Bey'ciğim bir açıklama yap, de ki Erzurum bu yıl on milyon hayvan kesti, bir milyar da döviz getirdi. Hatta hızını alama de ki, Erzurum bu şekilde devam ederse seneye tüm dünyanın et ihtiyacını karşılar!"
Kızma be Hakan Beyciğim, tam da bunları anlatıyorken yakaladık seni...
Hakkı Bey ayağını kaldırdı, sen koydun...
Biz zannediyorduk ki sorun Hakkı'dadır, meğerse yanılmışız. Sorun, o koltuktaymış...
Benim asıl merak ettiğim konu ise şudur:
Bizim sevgili Hakan Oral, ne vakit Erzurum köylüsüne, besicisine sövüp sayacaktır.
Misal diyebilir ki, "Devlet her türlü imkanı sunmasına karşın bu geri zekalı köylü, bu tembel köylü, bu embesil köylü, bu karnını kaşıyan köylü, bu şehre layık olmayan köylü,bu insan gibi yaşamayı haketmeyen köylü yüzünden bu haldeyiz"
Hakan Borsa başkanı olmayı, Hakkı'dan daha çok sevdi. En azından Hakkı arada bir dar alanda top çevirir dururdu, Hakan buna da ihtiyaç duymuyor. Doğrudan köylüye ahaliye sallayıp duruyor!
Kendince haklı! Ne diye halkın ve mazlumun yanında olacaksın, bunun sana ne karı olacak?
Hakkı Hınıslıoğlu Milat'tan beri o koltukta oturdu, aslında kıyamete kadar da oturacaktı, nasıl olduysa oldu bir oldu bittiyle Hakkı, putlaştırdığı koltuğundan kalktı. Yerine hakan oturdu, Hakan iddia ve itiraz sahibi bir isimdi. Ne olduysa oldu o Hakan birden bire Hakkı oldu.
Demek ki tüm marifet o koltuktaymış...
Hiç bir besici EBK'ya mecbur değildi...