Koca Ragıp Paşa'dan:
"Fikr-i müstakbel ü maziyi bırak ârif isen,
Böyledir hâl-i zaman, bir var imiş bir yoğ imiş."
"Ârif isen geçmiş ve gelecek endişesini bırak, (içinde bulunduğun anı değerlendir.) Zira zamanın tabiatı böyledir; bir varmış bir yokmuş (misali geçiverir).
İnsanın dünyadaki hayatıCenab-ı Hakk'ın tayin ettiği, ancak ne zaman sona ereceğini bizim bilmediğimiz bir zamandan ibarettir. Zaman, bizler için bir ömür sermayesidir. Ne yaparsak yapalım sürekli eriyen, sürekli akıp giden, akışı asla durdurulamayan, geri dönüşü olmayan bir sermayedir zaman.
Her geçen gün ömürdendir. Zamanı heba eden kimse ömrünü heba etmiş demektir. Zaman veya ömür nimetini heba etmek, bu nimeti veriliş maksadının dışında harcamak ve nimetin kadrini bilmemektir.
Kıymetini anlamak için öncelikle zaman anlayışımızı düzeltmemiz gerekir. Her ne kadar "geçmiş zaman, şimdi zaman, gelecek zaman" diye kategorilere ayırmak ve bunların tamamını zamandan saymak doğru ise de, bizim için tasarruf edilebilecek tek zaman dilimi "şimdiki zaman", yani "hal-i hazır" dır. Çünkü geçen geçmiştir, geleceğin geleceğine ise garantimiz yoktur.
"Vakit nakittir", lakin uygun şekilde kullanılmayınca tedavülden kalkar. Bunun için, içinde bulunulan anın, dolayısıyla ömrün kıymetini bilmek; aldığımız nefesi gafletle zayi etmemek gerekir. İnsanların pek çoğu öteden beri ya geçmişe takılıp kalmak veya gelecek derdine düşmek suretiyle içinde bulundukları anı boşa geçirmekte, ömür sermayelerini ziyan etmektedirler. Büyüklerimiz, böyle bir zarardan sakındırmak için "Gün bu gün, saat bu saat, dem bu dem!" demişlerdir.
Müslüman için dünya ahiretin tarlasıdır. Geçmişle gelecek arasındaki "şimdi" ye ahirette hasat edebileceğimiz hayırlı bir amel ekmemişsek vaktimiz ziyan olmuş demektir. Cenab-ı Mevlâ bize bu ömrü kendisine kulluk edelim, rızasına uygun değerlendirelim diye verdiğine göre, ömür sermayesi olan zamanın kıymeti ancak her an ve her nefeste O'nu hatırlamakla bilinir.
Vakit, ibadetlerimizin şartlarındandır. Namazın, orucun, haccın, zekâtın vakti vardır. Hatta ibadetlerimiz dışında maişet kazanmanın, dinlenmenin bile vakti tayin edilmiştir. Madem demir tavında dövülür, bütün bu vazife ve ihtiyaçların vaktine riayet gerekir. Bunun için de düzenli ve planlı yaşamak şarttır.
Geçmişten ders ve ibret almak, gelecek hususunda ise tedbirli olmak Müslümana mahsustur. Geçmişten ibret almanın alameti, içinde bulunduğu zamanda aynı hataları tekrarlamamak ve tövbeyi erteleyip geciktirmemektir.
Er veya geç öleceğimiz ve dünyada yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimiz, mutlak olan, kaçınılmaz olan geleceğimizdir. Yarına sağ çıkacağımız ise sadece bir ihtimaldir. Ölümü, ahireti ve hesap gününü unutarak, yarın ölmeyeceğinden eminmiş gibi dünyalık peşinde ömür sermayesini bitirmek doğru değildir. Yani ölümü unutup ölümden sonrasına hazırlığı ihmal ettiren bir dünya düşkünlüğümüz olmamalıdır.
Meşru ölçüler içinde kalmak, inşallah demek ve en önemlisi de ahireti gözeterek kulluk vazifelerimizi ertelememek şartıyla dünyalık da olsa yarınlara dair hedefler belirlemek tûl-i emel değildir. Yeter ki "dem bu demdir" anlayışıyla, her anı Allah'ı unutmadan değerlendirelim. Zaten bundan daha makul bir tedbir, bundan daha makul bir gelecek temennisi de yoktur.
Yunus Emre ile bitirelim:
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi
İş bu söze Hak tanıktır
Bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi
Bir hastaya vardın ise
Bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele
Hak şarabın içmiş gibi
Yunus Emre bu dünyada
İki kişi kalır derler
Meğer Hızır, İlyas ola
Ãb-ı hayat içmiş gibi