Geçtiğimiz hafta 24 Ocak günü Türkiyenin dört bir yanında gazetecilerce de anıldığı üzere, merhum Uğur Mumcunun faili meçhul bir suikastın kurbanı oluşunun 25. yıldönümüydü. Türkiyede, aydınlık görüşlerin sözcüsü olduğu için, karanlığı ve köhne fikirleri reddettiği için, ille de eğitim ille de medeniyet ısrarcısı olduğu için öldürülen ne ilk ne de son fikir insanıydı Uğur Mumcu.
Uğur Mumcudan 14 yıl önce, 1980 darbesinin habercisi 1979 yılında evinin çevresinde suikasta uğrayan Abdi İpekçi, faşizme karşı mücadelesi ile tanınan Ümit Yaşar Doğanay ve daha isimleri sayılabilecek onlarcası
Türkiyede karanlık bir dönemin yol gösteren meşalesi olma amacıyla yola çıkmış insanların katilleri bulunamasa da yahut bir şekilde cinayetler aydınlatılamasa da; faillerin, Türkiyenin içinde bulunduğu karanlık dönemden çıkmasını istemeyenlerin tetikçileri oldukları açıktır. Öte yandan; suikastlar haricinde, soyguna uğrayan bankalar, kundaklanan farklı partilerin binaları terörün belirli bir kesimi hedef seçmediğinin göstergesi niteliğindedir. Zira siyasal terimlerin sonuna yerleştirilmiş izm-ler değildir aslında hedef alınan; fikirsel gelişimin durması, eğitim kurumlarının işlevsiz hale gelmesi, devletin adeta kepenk kapatması olmuştur her daim istenen.
Tarihsel süreçte anarşiyi ve terörü durdurmak iddialarıyla demokrasiyi sekteye uğratarak devlet terörü meydana getirmek yalnızca 1980 darbesinin bir özelliği değildi elbette. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından fikirsel suç adı altında, tanımı bugün dahi hukuk öğretisinde kesinleşmemiş bir gerekçeyle özgürlükleri ellerinden alınan ve işkencelere uğrayan onlarca şair, hukukçu, siyaset insanı Türkiyenin karanlık sayfalarındaki onurlu mağdurlar listesinde yerlerini almaktadırlar.
Darbe dönemlerine karanlık sayfalar denmesinin altında edebi olmanın ötesindeki gayeyi anlamak ve Türkiye Cumhuriyetinin yakın tarihindeki ekonomik, siyasal ve sosyal çıkmazların darbeleri meşrulaştırdığını öne sürenlerin haklılık paylarının düşüklüğünü idrak etmek için bugün Ankarada o günlerde yaşananlara ışık tutmak adına müzeleştirilmiş Ulucanlar Cezaevini ziyaret etmeyi ihmal etmemek gerekir.
81 yıl boyunca ölüm cezalarına, işkencelere tanıklık eden Ulucanlar Cezaevi, o gün yaşananlardan ders çıkarmak, yargının bağımsızlığının ve fikir özgürlüğünün önemine yaşayan bir kanıt oluşturmak için ziyaretçilere kapılarını açmıştır. Düşündükleri, söyledikleri veya Cemil Meriçin de ifade ettiği gibi idraklerine giydirdikleri deli gömlekleri olan izm-leri farklı olsa da takvimler 1960lı yılları gösterirken aynı cezaevinde aynı insanlık dışı muameleyle karşı karşıya kalmış Türkiyenin karanlık sayfalarının aydınlık isimleri; Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Arif, Nazım Hikmet Ran, Roma Hukuku notları ile Deniz Gezmiş ve daha nicesi
Altındağ Belediyesi tarafından restorasyonu ve bakımı üstlenilen cezaevi müzesinde, ilgi çeken bir başka nokta ise demir parmaklıklar ardına konmuş darağacı. Yapılış tarihinden itibaren 81 yıl içinde toplamda 18 kişinin ölüm cezasına çarptırıldığı darağacının demir parmaklı bir hücreye hapsedilmesi ile Türkiyede ölüm cezasının tarihin karanlık sayfalarına gömüldüğünün sembolleştirilmesi amaçlanmış.
Söz konusu amacın altındaki fikre sıkı sıkıya bağlı kalındığında, bugün meydanlarda sığ bir düşünce ile ve adaletin herkes için olduğunu unutarak idam cezasının geri gelmesini istediklerini duyuranların, ölüm cezalarının verildiği günlerde tencerelerle hazırlanmış dolmaları, özenle hazırlanmış börekleri sırtlanarak Ulucanlardaki idam sahnelerini izlemeye gelen psikolojisi bozulmuş ve kaostan beslenen nesilden farklı olmadıklarını görmek yürek burkan bir günümüz gerçeğidir.
1980 darbesi sonrasında seccadesi ve namaz tekkesi ile Muhsin Yazıcıoğlu, kravatı ve gömleğinin müzede ziyaretçilerin görüşüne açıldığı Bülent Ecevit, tüm bu kaos ortamının ardından gelen süreçte devlet terörünün en karanlık yüzüyle karşı karşıya kalan isimler arasındadır. Türk yakın tarihinin bu karanlık sayfalarının geçmişte de günümüzde de üniversitelerde, siyasi platformlarda her seferinde tekrar tekrar masaya yatırılmasının, üzerinde incelemeler yapılmasının ve yer yer sembolleştirilmesinin amacı o günlerin yaralarını kaşımak ve her seferinde uluslararası düzeyde Türkiyenin yüzünü kızartmak değildir kuşkusuz.
Tüm bu çabaların asıl amacı; yakın tarihimizde yaşanan ve temeline düşünce suçu ismi verilen içine sınırsız olgunun istiflenebileceği sınırları iyi çizilmemiş bir balon kavramın yerleştirildiği siyasal süreçlerin, tahammülsüzlüğün ve benim gibi düşünmeyenin sonu gelsin, anlayışının bir sonucu olduğunu gelecek nesillere göstermektir. Siyasi anlamda polarize olmaya ve peşin hükümler üretmeye müsait olan Türk sosyolojik yapısında, artık orta yaşın da üstünde olan darbe mağdurlarının ve terör dönemlerinin yaşayan tanıklarının bugün ihtiyatlı davranmaları ve köşelerinde, kitaplarında, televizyon programlarında özgür düşüncenin önemine vurgu yapmaları onlardan beklenen ve büyük oranda da bu beklentinin taraflarca karşılandığı bir tutumdur.
Ancak önümüzdeki on yıl içerisinde milletvekili, üst düzey yönetici olacak, 1980 ve sonrasında doğanların; darbe dönemlerinin, kılık kıyafetten okunan kitaba kadar hayatın her alanında devlet baskısının ensede hissedildiği dönemlerin büyüklerin birer masalı olmadığını idrak etmeleri belki yine o günlerin tanıklarına düşen bir sorumluluktur.
Buradaki büyük bir diğer görev ise siyasal partilere düşmektedir. Bir sorumluluğu da gelecekteki siyasetçileri yetiştirmek olan siyasi parti yöneticileri, özgür düşünceye verdikleri önem ve farklı düşüncelere gösterdikleri saygıları ile altyapı kadrosuna örnek olmalıdır. Öte yandan hakkaniyetli bir öğreti tarzı ile Türk yakın tarihine Atatürkün ölümü ile sonlanmış muamelesi yapılmaktan vazgeçilmesi ve özellikle lisedeki tarih ve sosyoloji müfredatlarının içerisine yakın tarihin gerçeklerinin sindirilmesi elzem bir diğer ihtiyaçtır.
Nihayetinde; 15 Temmuz kalkışmasında sokaklara dökülen milyonların demokrasiye sahip çıkmasında, geçmişte tanık olduklarının ve tecrübe ettiklerinin etkisi düşünüldüğünde cumhuriyetin geleceği olan gençlerin idam isteriz naralarının eğitimli birer demokrat tutuma dönüşmesi ancak tarihin satır aralarına kulak vermeleri ile mümkün olacaktır.