Haber Girişi : 24 Ocak 2016 21:24

Dadaşın Erzurum'u!

Dadaşın Erzurum'u!
Çocukluğumun birçok hatırası hafızamda siyah beyaz renkleriyle kalmış olsa da, tatları şimdiki zaman renklerinin çok üzerindeki kıymetiyle hâlâ dimağımda.
Yetmişli yılların ortasında, bir akşamüzeriydi. Elimden tutan Kamuran ağabeyim, masaları kaldırılarak, sandalyeleri yan yana dizilmiş olan bir lokantaya götürmüştü beni. Sonradan adının 'televizyon' olduğunu öğrendiğim siyah camlı kutunun çalışmasını saatlerce beklemiştik. Galiba ağabeyimin de bu kutu hakkında pek fazla bilgisi yoktu ki, bana fayda olabilecek hiçbir şey anlatmamıştı.
Vizontele filmindeki o espri böyle bir sahnenin ürünü olmalıydı ki, uzak ve yüksek bir noktaya yerleştirdikleri cihazı çalıştırdıklarında, ekranda dolaşan yüzlerce karıncanın orada ne aradığını hayretler içinde dakikalarca düşünmüştüm. Ama daha da ilginç olanı, birazdan hızla aşağı doğru kayan siyah beyaz çizgilerin konuşan bir adama dönüşüvermesiydi! Onun içine bir adam nasıl girmiş olabilirdi? Yoksa insanları küçülten bir cihaz mı icat edildi? Yok yahu, ikisini de havsalam almıyor. Sanırım bu yeni bir tür sinema. İyide, neden lambaları döndürmüyorlardı? Peki, bu sinemanın makinesi nerede? Neden havada dans eden bir ışık huzmesi yok?
Haberleri sunan spikerin ardından hemen peşine, yabancı bir ülkede yapılan kayak yarışmalarının sessiz görüntülerini soluk almamacasına beynime kazımıştım. Bilmem kaç kuruş karşılığında izlediğimiz iki saatlik televizyon şovunun heyecanı tüm detayıyla hâlâ beynimde duruyor.
Aylar sonraydı. Arka sokağımızda oturanların evlerine aldıkları televizyonu koydukları yer, evimizin üst katındaki odasının penceresinden görülebiliyordu! Haftada bir gün çalıştırdıkları televizyonu, uzaktan ve tam ne olduğunu bile seçemediğim ışık parıltılarını seyretmekten doyumsuz zevkler alıyordum.
Hayallerime nede güzel yol olurdu o ışık demeti! Kah Tarkan, kah Kara Murat olurdum. Kah büyük bir gemide, kah uçan bir halının üzerinde uçuyordum.
Bir gün, bir aile meclisinde büyükler konuşurken duymuştum:
"Efendim, televizyon çıktı mertlik bozuldu!"
Ahlak, dürüstlük ve insanlığımızı bozduğunu ve daha da bozmaya devam edeceğini söyleyen Amca, nasıl olduysa, şöyle bir örnek vermişti;
"Eskiden bir dadaş, borçla alışveriş yaptığında satıcıya senet yerine, bıyığından koparıp içine koyduğu ve üzerine de ödeme zamanını yazdığı zarfı verirdi. Allah bir mani keder vermez ise, ödeme günü asla şaşmazdı. Şimdi nerede o eski gönül ehli, sağlam ve dürüst insanlar?"
Uzunca bir zaman hafızamda ve hayallerimde bir o kayak sahnesi ve birde o ışık huzmesi olarak kalan televizyonun ahlakla, dürüstlükle ya da borcuna sadakatle ne alakasının olabileceğini düşünüp durmuştum!  Yine de  bu mertlik dolu zarf olayının büyük asaletini hayranlıkla anlamış ve beynime kazmıştım. Şükür, hâlâ beynimde ve yüreğimde.
Düşünüyorum da; değil verilmiş ve yeminli sözlerin tutulması, senetli sepetli borçların bile ödenmediği günümüzde, gerçekten televizyonun gücü mü  yoksa  zayıflığımız mı  bizi bu hale getirdi?
Daha da önemlisi, acaba bizimde torunlarımıza şu bıyık kıssası gibi bırakacağımız bir mirasımız olacak mı? Hiç olmazsa, yarısı kadar bile!
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.