Geçen haftaki yazımın sonunda gazetecilerin asli görevinin soru sormak olduğunu belirtmiştim. Cumhurbaşkanlığı sistemine naçizane bir bakış yönelttiğim yazı serisinin üçüncüsüne ise belki de daha başta sormam gereken bir soru ile başlayayım.
Anayasayı neden tartışırız?
Yürürlüğe girdikten sonra dahi anayasayı anlamak neden önemlidir? Bu sorunun cevabını bir hocamı alıntılayarak vermeye çalışayım. Anayasa Hukuku profesörü Ece Göztepenin de dile getirdiği üzere, daha iyi bir normatif çerçevede daha iyi bir pratik arzu ettiğimiz için anayasayı tartışırız. Bu nedenle; anayasanın ne getireceği ve ne götüreceği yalnızca siyasiler ve hukukçular için değil, söz konusu pratik sonuçların baş karakteri kamuoyu için de hayati önem taşır.
Cumhurbaşkanlığı sistemi ile değişen konulardan bir tanesi Bütçe Kanunu hazırlanırken ve yürürlüğe girerken izlenecek yollar. Önceki sistemde, bütçe kanunu bir tasarı şeklinde Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanmakta ve meclisin kabulüne sunulmaktaydı. Haliyle bu noktada,meclisin dünyanın birçok diğer meclis oluşumlarında da görülen bütçeyi kabul etme yetkisi ile donandığı görülebilir.
Bütçe kanunu hazırlamak, işlev ve içerik bakımından devletin harcamalarını düzenlemeyi ve devletin giderlerinin sınırını çizmeyi kapsayan bir işlem. Dolayısıyla meclis; hükümetin hazırladığı bütçe kanunu tasarısını kabul ederken devletin yapacağı harcamalara izin vermekte. Bu nedenle, bütçe kanunu tasarısını kabul etmek veya etmemekle yasama organı, mali açıdan çok önemli bir denetim işlevini de yerine getirmekte.
Nitekim Türk siyasi tarihinde de İsmet İnönü ve Süleyman Demirel hükümetleri ile eşine rastlandığı üzere, meclis tarafından bütçe kanunu tasarısının kabul edilmemesi hükümete karşı bir güvensizlik anlamına geldiğinden ve hükümetin harcama yapması mümkün olmayacağından hükümetin istifa etmesinden başka bir yol kalmamaktadır.
6771 sayılı kanunun yürürlüğe girmesi ile mevcut sistemimiz haline gelen cumhurbaşkanlığı sistemi ile ise bütçe kanunu için ciddi değişikliklerin yapıldığını söylemek yerinde olacaktır.
Öncelikle; bütçe kanunu, bir teklif şeklinde yürütmenin başı cumhurbaşkanı tarafından hazırlanacak ve meclisin kabulüne sunulacaktır. Buraya kadar bütçe kanunu hususunda cumhurbaşkanlığı sisteminin getireceği olağan değişikliklerden fazlasını görmek mümkün değildir. Asıl değişiklik meclisin, cumhurbaşkanının hazırladığı bütçe kanunu teklifini kabul etmemesi halinde ne olacağına ilişkindir.
Anayasanın değişik 161. maddesine göre, geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması halinde bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak kullanılacaktır. Bu düzenleme ile anayasa koyucunun bütçe kanununun kabul edilmemesi halinde devlet mekanizmasının kilitlenmesinin ve tabiri caizse devletin kepenk kapatmasının önüne geçmeyi hedeflediği söylenebilir. Öte yandan, bu değişiklik başka önemli sonuçları da beraberinde getirecektir.
Gerçekten, böylesi bir uygulama ile uzlaşma kültürünün gelişmesinin tersine bir adım atıldığı söylenebilir. Bir diğer deyişle, meclisin ve cumhurbaşkanının, bütçe kanunu üzerinde kimi konularda aynı fikirde olmamaları halinde, o ya da bu şekilde birtakım isteklerinden karşılıklı olarak feragat ederek uzlaşma zorunlulukları ortadan kalkmıştır. Zira cumhurbaşkanı, bütçe kanunu teklifinin meclis tarafından kabul görmemesi halinde ona bir açık kapı olarak bırakılmış geçen yılın bütçesi ile devlet harcamalarını yapma yetkisine sahip olacaktır. Bu durum da dolaylı olarak meclisin yürütme organını denetleme görev ve yetkisini zayıflatmaktadır.
Cumhurbaşkanı ve meclis arasındaki güç dengelerinin; bütçe kanunu gibi teknik ve somut bir konu üzerinden anlaşılması kuşkusuz ki çok zor ve birçok tahmine, yer yer ön kabule muhtaç bırakan bir konudur. Dolayısıyla sistemin kendisinden ziyade sistemin aktörlerinin nasıl bir yol izleyeceği sisteme anlam kazandıracak unsur olacaktır. Bu açıdan da bir hükümet sistemi geleneğinin ilklerini oluşturacak Sayın Erdoğanın, bundan sonraki her davranışının bundan öncekilerden de etkili biçimde siyasi emsal oluşturacağı su götürmez bir gerçektir.