Dünyanın en zalim hükümdarlarından Cengiz Han, dünyanın en kanlı ordusuyla Buhara önlerine gelir. Önüne çıkan her şehri, her kaleyi yaka yıka, Müslümanları öldüre öldüre, ocakları söndüre söndüre yürüyüp, nihayet Buhara sınırlarına dayanır. Şehir halkı kararsızdır. 1220 yılının en felâketli kâbusunu yaşıyorlardı. Şehir meclisi bir karar vermek için toplanır. Ya teslim olacaklar yahut çarpışacaklardı. Üçüncü ihtimal yok. Kimisi teslim olmak taraftarı, kimisi de ne olursa olsun savaşılmasını istiyordu.
Toplantı bir hayli uzadı; sonunda şu karar çıktı: "Cengiz Han'a bir heyet gönderelim. Dinî inançlarımıza, canımıza, namusumuza dokunmaması şartıyla teslim olacağımızı bildirelim."
Heyet, hazırlanıp beyaz bayrak çeker ve Cengiz'in ordugâhına gider. İçlerinde büyük bir ümit vardı. Çünkü Cengiz Han'ın yanında bulunan hocalar ve Müslüman hanlar, kendilerine yardımcı olabilirlerdi. Zaten onlar, Cengiz'in İslâm ülkelerini tahrip etmesine mâni olmak için oradaydılar.
Cengiz Han, tahta bir koltuğa kurulmuştu. Bir yanında Müslüman Karluk Hükümdarı Arslan Han'la yine Müslüman Almalık Hükümdarı Sugna Tekin duruyordu. Öbür yanında ise Cafer Hoca ile İmam Hacip bulunuyordu.
Heyet başkanı aksakallı ihtiyar, derin bir soluk aldı. Yol boyunca aklından geçenlerin doğruluğuna hükmetti. Herhalde Cengiz Han bunlara sormadan bir iş yapmaz. Bunlar da Müslüman olduklarına göre, belki Buhara'yı teslim etmeden kurtulmanın yolu bile açılabilir. Arslan Han'ın, Sugna Tekin Han'ın, Cafer Hoca'nın ve İmam Hacip'in kendilerine yardım edeceğini düşünüp cesaretlendi.
"Büyük Kaan," diye söze başladı, "Biz Buhara halkının temsilcileriyiz. Şehrimizin kaleleri çok yüksektir. Dört yanı kalın ve sağlam duvarlarla çevrilidir. Ayrıca içinde canını vermeye hazır kahramanlar vardır."
Cengiz Han, insanın iliklerini donduran bir sesle sordu:"Onun için mi teslim olmak istersiniz?"
Heyet başkanı duymazdan gelerek konuşmaya devam eder: "Erzakımız da boldur. Ne kadar gayretli bir ordu olursanız olunuz, şehri almak için yıllarca muhasara etmeniz gerekecektir."
Cengiz Han'ın bakışları hâlâ buz gibiydi ve sanki karşısındakinin ciğerini deliyordu. Müslüman hanlar ve hocalar niçin susuyorlardı? Buhara'yı bağışlamasını söylemelerinin tam sırasıydı; ama inadına susuyor, inadına önlerine bakıyorlardı. Buhara gibi bir ilim, irfan ve mabetler şehrinin yakılıp yıkılmasına seyirci mi kalacaklardı? Buna imkân yoktu. Yürekleri sızlardı. Vicdanları elvermezdi. Uykuları kaçardı. Hâlâ niye konuşmuyorlar, niye Cengiz Han'a bir şeyler söylemiyorlardı?
"Bü?Büyük Kaan!.." diye kekeledi, "Biz?"
Cengiz Han hiddetle bağırdı:"Sus, şarlatan!.. Yalvarmaya geldinse yalvar, akıl satmaya geldinse işte kapı, defolun!"
Ümitleri kesilen İhtiyar elçi kısık bir sesle,"Teslim şartlarını görüşmeye geldik." diye inledi.
Zavallı hâlâ inanamıyor, Müslüman hanların, hocaların Cengiz Han'a müdahale etmemelerine akıl erdiremiyordu. Cengiz'in homurtusunu duydu:"Şartlarınızı söyle, ihtiyar?"
"Şehir halkına ilişmeyin, bizi inançlarımızda serbest bırakın, camilerimizi yıkmayın, kitaplarımızı yakmayın."
Cengiz Han kıs kıs güldü. Boş şarap kupasını Çinli köleye uzattı:"Doldur!"Bir dikişte bitirdikten sonra, elçilere çok tuhaf gelen bir sual sordu:
"Şarap içer misiniz?"
Hepsi aynı anda tiksintiyle cevap verdiler:"Hayır!"
Yüzünü buruşturarak:"Öyleyse sizin dininizle benim dinimin bağdaşması mümkün değildir. Teslim olmak istiyorsunuz. Kabul ederim. Ancak mağlûpların şartı olmaz. Ya mağlûbiyeti peşinen kabullenir, kapıları açarsınız veya dövüşü göze alır, yiğitçe meydana çıkarsınız."Dedi.
Heyet başkanı tökezledi. Sanki bir faydası olurmuş gibi söylendi:"Kale duvarlarımız çok sağlamdır."
Cengiz Han hiddetle doğruldu:"Bir kalenin sağlamlığı, müdâfilerinin cesaretiyle ölçülür. Gidin, kalenin bütün kapılarını açın. Hakkınızdaki hükmü sonra vereceğim."
Sinsice sırıttıktan sonra sırtını döndü. Muhavere bitmiş, heyetin güvendiği Müslüman hanlar ve hocalar tek kelime dahi etmemişler, öylece önlerine bakarak hep susmuşlar, hep susmuşlardı.
Heyet Buhara'ya dönerken düşünceliydi. Heyet başkanı,"Ne dersiniz?" diye sorunca biri,"Mukavemet edelim." diyenler bence haklı. Cengiz Han, diğerlerine yaptığını bize de yapacak. Taş taş üstünde bırakmayacak. Camilerimizde şarap içip kadınlarımızı vahşi askerlerine ikram edecek."
Diğeri,"Yapmaz!" diye kestirip attı, "Daha doğrusu, yapamaz, yaptırmazlar. Görmediniz mi Arslan Han'la Sugna Tekin'i?.. Cengiz Han onları yanın;a oturtmuştu. Demek sözlerine ehemmiyet veriyor. Sonra, İmam Hacip var, Cafer Hoca var. Bizi ezdirmezler."
Bir diğeri de: "Ama hiç konuşmadılar, Cengiz'in söylediklerine itiraz etmediler." Deyince, "Âdet böyledir. Koca Kaan konuşurken yanındakiler susar. Vakti gelince elbet konuşacaklardır. Onlara güvenmemiz lâzım. Sonra, Cengiz Han, söylendiği kadar kötü yürekli, zalim bir İslâm düşmanı olsaydı Müslüman hükümdarlarla bazı hocaları yanına alır mıydı?
Şehre girdiler. Gördüklerini, duyduklarını anlattılar. Fakat bazı kafalar hâlâ eski havalardaydı. Bunlar,"Cengiz'in yanındaki hocalara güvenelim, Müslüman hanlara inanalım." Diyorlardı, "Elbette dindaşlarını koruyacaklardır."
Buna karşılık, şehri müdafaa taraftarı olanlar,"Etmeyin eylemeyin. Düşmana iltihak eden kim olursa olsun bize dost değildir. Zalimin zulmune ortak olmuşlardır. Bunlara güvenilmez. Teslim olmayalım."
Teslim olmak isteyenler ağır bastı. Tesellileri de hâlâ aynıydı. Müslüman hanlar ve Cengiz'in yanındaki hocalar, kendilerini koruyacaklardı, ezdirmeyeceklerdi.
Ve Buhara'nın tüm kapıları düşmana açıldı. Cengiz Han şehre girdi. İki yanında Buharalıların güvendiği Karluk ve Almalık Hanları vardı. Ardında İmam Hacip ve Cafer Hoca yürüyordu.
Buhara halkı bunları görünce ümitlenir gibi oldu. Oysa onlar, yürek yakan manzarayı görmemek için gözlerini yerden kaldırmıyorlardı.Cengiz'e yakın olunca dindaşlarını koruyabileceklerini zannedip vaktiyle bu yola girmişlerdi. Belki İslâm dininin yüceliğini Cengiz'e anlatabilir, onu Müslüman yapıp kılıcını ve ordusunu İslam'ın emrine alabilirlerdi. O takdirde dünyayı fethin yolları açılırdı, İslâm sancağı dünya yüzünde tek sancak olarak dalgalanırdı.
Sonun da bunun hayalden ibaret olduğunu anladılar ya, iş işten geçti. Cengiz Han şehri yaktı. Camilerde şarap içti. Din âlimlerinin sarığını başlarıyla birlikte yerlerde yuvarladı. Kadınları vahşi askerlere teslim etti.
Bir ara Arslan Han dayanamadı,"Aman, Büyük Kaan !" diye itiraz yollu mırıldanacak oldu.Cengiz sert bir bakış fırlattı:"Müslümanlığın mı incindi, Arslan Han, Cennet'e gitmeyi mi özlersin? Büyük Cengiz Han gülünce bütün dünya ağlamalı! Düşmanın kıvranışını, ümitsiz ağlayışını zevkle seyretmelisin."
Arslan Han boynunu büktü. Canı dininden kıymetli gelmişti. Sesini çıkarmadı.Buhara yanıyor, Buharalılar Cengiz Han'ın hocalarına inanmanın yanlışlığını acı acı idrak ediyorlardı.