İki hafta önce köşeme Cemal Kaşıkçı olayını taşıdığımda kendisinin kaybolmasının üzerinden 4 gün geçmiş; dünya Cemal Kaşıkçı olayı ile çalkalanırken Türk gazeteleri konuya birer küçük pencere ayırmıştı. Bir önceki yazıda; Cemal Kaşıkçının sağ salim kameraların karşısına geçme ihtimalinin artık çok düşük olduğunu belirtmiştim. Nitekim bu hafta, içinde Prens Salmanın danışmanının açıklamasının da bulunduğu açıklamalar ile Cemal Kaşıkçının öldüğünden kesin olarak söz edebiliriz.
Suudi yetkililere göre kendisi konsoloslukta çıkan arbedede hayatını kaybediyor. Bir ülkenin başka bir ülkedeki temsilinin başı olan diplomatik alanda nasıl ve neden arbede çıkabiliyor bunu elbette sorgulardık. Tabi eğer Kaşıkçının gerçekten böyle bir arbedede öldüğüne inansaydık.
The Washington Post global yazarlar editörü, Kaşıkçının ölüm haberinin kesinleşmesi üzerine bir umut belki bulunur ve kendi yayınlar diye düşündüğü Kaşıkçının son yazısını yayınladı. Köşe yazısının içeriği ise çok manidar. Kaşıkçı, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkelerinin basın özgürlüğü konusunda sınıfta kalışından ve baskı altındaki medyanın, halkın yanlış ya da eksik bilgilendirilmesi anlamına geldiğinden bahsediyor. Kaşıkçı yazısını Arapların bundan daha iyisini hak ettiğinden bahsederek sonlandırıyor.
Şimdi ise kendisi yüzyıllardır süre gelen basın sansürünün bir kurbanı. Üstelik Türkiye topraklarında gerçekleşmiş çok boyutlu bir cinayet senaryosundan bahsediyoruz. Çok yönlü ifadesini kullanmamın nedenini açıklayayım. İlk olarak Suudi Arabistanın Türkiyeyi tabiri caizse kirli işlerini halletmek üzere seçtiği bir arka bahçe olarak görmesinin Türkiyenin uluslararası arenadaki itibarını zedelemesinden söz edebiliriz. Fakat geçen hafta tartıştığım konulardan daha da önemlisi Türkiyenin bu konudaki tavrı. Konuyu çok yakından takip eden CNN International, The New York Times ve The Washington Postun son iki haftayı özetleyici biçimde Türkiye için kullandığı tabir, stratejik sızdırma (strategic press leaking) oldu.
Stratejik sızdırma, çoğunlukla bir felaketle ilgili kamuoyunda infial yaratacak bilgilerin, belirli bir stratejiye dayanarak basında parça parça yer bulmasını sağlamak anlamına geliyor. Kaşıkçı olayı bağlamında düşündüğümüzde stratejik sızdırma ifadesi; devletin örneğin Milli İstihbarat Teşkilatının, olan biteni cinayet gününden beri bildiği fakat tüm bu bilgileri dünyaya ve Suudi Arabistana karşı bir çeşit koz olarak kullanması anlamına geliyor. Aynı zamanda, uluslararası basına göre Türkiye; Amerika ile iyileşmeye başlayan ilişkileri hızlandırmaya çalışıyor. Bir diğer deyişle; Prens Salman ve Donald Trump arasındaki danışıklı dövüşteki danışığı ıskalamayan Türkiyenin, bu dövüşten edinebileceği yararların peşinde olduğuna dair bir görüntü çiziliyor.
Kuşkusuz tüm bunlar teori ve belki de teyit etmemizin mümkün olmayacağı söylentiler. Kaşıkçı olayının kritik mesajlarından birine gelince; basın özgürlüğü, bulunduğun ülkeye güven, uluslararası itibar, hukuki güvence gibi hiç de yabana atılmayacak evrensel ilkeler bir kenarda dursun her şeyden önce insan canından söz ettiğimizi düşündüğümde bu hesapların sığ ve mide bulandırıcı olduğunu söylemekten geri duramıyorum. Sanıyorum ki mide bulandırıcı olduğunu söylememin nedeni yeterince sarih. Zira bir hayatın sona erdirilmiş olmasının karşı saldırıyı önlemeyi hedeflemesi dışında meşru bir nedeni olamaz. Bu hesapları sığ olarak nitelendirmemin nedenine gelince; dünya devletlerinin herhangi bir konudaki ama en çok da halktaki değişimin önüne geçemeyeceklerini artık görmeleri gerekir. Söz konusu olayda, Kaşıkçının öldürülmesinin Suudi Arabistandaki değişimi engellemek şöyle dursun rahatsızlıkları artıracağına kuşku yoktur. Aksini düşünerek değişimin önünde durmaya çalışan yöneticiler, sığ düşünceleri ile tarihe gömülmeye mahkumdurlar.