Bugün 18 Mart. Çanakkale Zaferinin yıl dönümü. Çanakkale Şehitlerini anma günü.
Evet. Dünya tarihinin en büyük harplerinden biri olan Çanakkale muharebeleri, düşmanın maddî gücünün çok üstün olmasına rağmen, iman gücünün, mukaddesat uğrunda maldan ve candan geçmiş olanların nasıl zaferler kazanabileceklerine önemli bir misaldir.
Çanakkale olmasaydı, kurtuluş savaşı olmazdı. Kurtuluş savaşı olmasaydı herhalde Türkiye Cumhuriyeti de olmazdı. Yani bugünkü sınırlarımız içinde bağımsız bir devlet olmamız mümkün olmazdı.
Çanakkale bugün hala bize büyük bir heyecan veriyor. Kardeşliğimizi pekiştiriyor. Çanakkale'de yaşananları okudukça gözyaşlarımızı tutamıyoruz.
Bir barış dini olan İslam, daima sulhu (barışı) esas alır. Ancak, savaş bir zaruret hâlini aldığında da en şerefli mertebelerden birinin Allah yolunda şehit olmak olduğunu bilen her Müslüman bu uğurda seve seve canını vermeye talip olur.
Çanakkale özelinde bu durum, "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ" olan bir güruhun saldırmasına karşılık, imanlı yüreklerin bir direniş destanı yazmasıdır.
İmanın verdiği güç ve heyecanı bir başka şeyle yüreklere yüklemek mümkün değildir. Öyleyse neslimize verilmesi gereken en önemli şey, sağlam bir itikattır. Şayet bugün "Yeni bir Çanakkale'nin yaşanması durumunda vatanımı terk ederim" diyen değerlerinden kopuk, davasız bir gençliğin ayak sesleri duyuluyorsa, bu milletin evladına yeni bir Çanakkale ruhu verilmesi bir zaruret olmuş demektir.
Din, özgür bir vatan toprağında yaşanabilir. Müslümanın izzeti, namus ve şerefi esaret altında asla korunamayacağından, vatanı korumak aynı zamanda bir iman davası hâline dönüşür. Çanakkale'de de uğrunda can verilen, toprak parçası değil, o toprağa şeref veren iman, İslâm ve ilây-ıkelimetullah (Allah isminin en yücelere taşınması) ruhudur. Toprak parçasını mukaddes davaya dönüştüren sır buradadır.
Üzerinde ezanların gür seslerle okunabildiği, İslam'ın bütün yönleriyle şevk ve aşkla yaşanabildiği bir seccade halinde olan toprağın kıymeti hiçbir şeyle kıyas edilemez. Öyleyse neslimizin toprak kıymetini bilmesi ve gerekirse bu uğurda canını bile verme fedakârlığına sahip olması için toprağı sıradan bir kara parçası olarak görmekten kurtarılması gerekmektedir. Bu ise Çanakkale'yi doğru okumaktan geçer.
Çanakkale, küfrün tek millet olduğunun canlı bir tablosu gibidir. Bu gerçek,neslimizin gönlünde dipdiri yaşamalıdır. Çünkü dostunu ve düşmanını bilmemek büyük bir gaflettir ve neticesi pişmanlık, aldanış ve mağlubiyettir.
İlâhî yardım kulların ihlas ve samimi yaşantılarının peşinden gelir. Çanakkale böyle bir yardımın açıkça görüldüğü zaferlerimizden birisidir. Nitekim Churcill'in, Çanakkale'de neden mağlup olduklarını anlatırken söylediği şu sözler bu gerçeğin bir itirafı gibidir:
"Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale'de Türkler'le değil, Allâh ile harp ettik! Tabiî ki yenildik..."
Allah'ın yardımını üzerine çekebilecek ihlas ve fedakârlığı göze alabilen bir nesle sahip olmak, bir millet için en büyük güçtür. Bugün de İslâm ümmetinin böyle bir nesle her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu aşikârdır.
Çanakkale şehitleri Ümmet-i Muhammed'in bir tablosu gibidir. Şam'dan, Bosna'dan, Azerbaycan'dan ve Osmanlı coğrafyasının her bir köşesinden mümin yiğitler, omuz omuza düşman karşısında bir kale oluşturmuş ve şehit olarak ebedî diriliğe Çanakkale'de erişmişlerdir. Bu eşsiz tablo, ümmet birliğinin nasıl bir ruhla bir araya gelebileceğini göstermesi bakımından son derece önemlidir.
Mehmet Akif ERSOY'un Çanakkale Şehitlerine yazdığı şiiri bir kez daha ve düşünerek okuyalım:
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'inarslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridânamıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzenilebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânıSalâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, asara gömülsen taşacaksın... Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Böyle bir manzaraya sahne olan Çanakkale, İslâm'ın son karakoluydu. Onun için milletimiz topyekûn orada göğüslerini siper yapmış, birlikte şehit olmuş ve böylece Çanakkale'yi geçilmez yapmışlardır.
Şehitlere verilen ilk mükâfat, şu âyet-i kerimede zikredilir: "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın; hayır, onlar diridirler. Rableri katında rızıklanmaktadırlar."(Âl-i İmran: 169)
Evet! Rabbimiz, "Şehitler diridir"buyurmuştur. Çanakkale yüz yıl sonra da bugün neslimize bir ruh üflüyorsa oradaki şühedanın diriliğinin en açık nişanıdır.
İzzet ve şeref korkakların değil, davaları uğrunda gerektiğinde mal ve candan geçmesini bilenlerindir. Bir milleti aziz kılan da böyle bir nesle sahip olmaktır.
Bütün şehitlerimizi minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz. Mekânları cennet olsun.
Yine Merhum MehmetÂkif'le bitiriyorum:
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı.
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı.
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı!