"Türkiye büyük bir deprem felaketiyle karşı karşıya kalabilir: zira yeraltındaki aşırı derecede birikmiş enerji her an patlamaya hazır vaziyette."
Depremlerden bi hayli canı yanmış bir millet olarak, uzmanların bu tür açıklamalarını çoğu kez kulak ardı ederiz.
Misal; İngiltere'nin AB'ye hayır demesinden tutunuzda Fransa'da oynan şampiyonaya kadar ne varsa hepsi bizim gündemimiz olur bir tek hayatın çıplak gerçeğini umursamayız.
Çünkü kaderci bir milletiz!
Hele işin içine bir de artık son günlerini yaşadığım şu mübarek Ramazan girmişse çoğumuz depreme değil, akşam atılacak iftar topuna odaklanırız.
Her depremden sonra aynı nakaratı dinledik; dinlemeye de devam ediyoruz:
"Kaçak ve çürük binalar yıkılacak!"
Bir iki şehri hariç, neredeyse tamamı deprem kuşağı üzerine kurulmuş bir ülkeyiz.
Öncesi bir yana, şu geride kalan yüz yılda, irili ufaklı yüzlerce deprem gördük.
Şehirlerimiz yıkıldı, binlerce insanımız öldü.
Fakat aşırı kaderci bir millet olmamız yüzünden, her defasında "mukadderat" deyip işin içinden sıyrıldık; büyük bir pişkinlikle faturayı "kader"e kestik!
Tamam; kader değişmez bir yazgı? Zaten kadere inanmamış olsak, iman etmiş sayılmıyoruz. Buna bir diyeceğimiz yok da? Kendi ihmal ve hatalarımızı kadere ciro etmek ne denli doğru bir anlayıştır?
Zemini bozuk olan araziye, hem de çürük temeller üzerine bina inşa edeceksin, sonra da orta büyüklükteki bir depremde o bina yerle bir olunca, "Ne yapalım kaderde varmış" diyeceksin!
Allah ölçüyü koşmuş:
Tedbirini alacaksın, takdiri Allah'a bırakacaksın.
Biz tedbiri de takdiri de kadere bağlamışız.
Uzağa gitmeye gerek yok. İşte Erzurum gerçeği:
İkinci derecede deprem riski olan bir şehir? Geçmiş yıllarda Pasinler, Horasan ve Aşkale merkezli çok büyük depremler yaşadık. Yüz yıl içinde Erzurum birkaç kez yıkılmış ve yaralarını sarması uzun seneler almış.
Buna rağmen Erzurum'da çarpık kentleşme olmuş ve kimse de "Yahu siz ne yapıyorsunuz böyle?" diye sormamış!
Merkezi hükümetler sırtını dönmüş olup bitenleri ne duymuş, ne de görmüş. Yerel yönetimler ise, popülizm uğruna, kaçak yapıya da göz yummuş, çürük binaların yükselmesine de yol vermiş!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, haklı bir çıkışla, "Kaçak ve çürük binalar yıkılacak. Siyasi sonucu ne olursa olsun yıkılacak" demişti.
Herkes alkışladı. Çünkü siyasi iradenin böyle keskin bir tavır alması gerekmektedir.
Fakat bu iradenin hayatın pratiğine geçip geçmeyeceğine dair ciddi endişeler var.
Nasılsa hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.
Neleri unutmadık, hangi vaatleri duymadık ki, bu çıkışı da unutmayalım.
Erzurum, çok acilen kentsel dönüşümünü tamamlaması gereken bir şehir olmasına karşın, ancak onda birlik bölümü ıslah edilebildi.
Çekirdek şehrin büyük bir kısmı adeta enkaz yığını olarak öylece duruyor.
Yapılmakta olan kentsel dönüşüm projeleri ise çok ağır işliyor.
Şehrin göbeğinde imar izni olmadan yapılan çok katlı binalar mevcut. Bunu en iyi bilen kişilerden biri de Büyükşehir Belediye Başkanı...
Allah esirgesin, Erzurum'da da Van'dakine benzer büyüklükte bir deprem olursa, şehrin çökeceğini herkes biliyor. Bu gerçeğin bilinmesine karşın, şu son on onbeş yılda bile ruhsatsız binalar yapıldı.
Göreceksiniz bir iki ay sonra bütün bunları unutmuş olacağız, yeni gündemlerin peşine takılıp gideceğiz.
Erzincan'da, Bingöl'de, Elazığ'da, Marmara'da böyle olmadı mı?
O gün nelerin konuşulduğunu bugün kim hatırlıyor?
Dilerim ben yanılayım, dilerim bugün taze acı ile söylenmiş bu doğru görüşler, yarın acının hafiflemesiyle unutulmaz.
Deprem diye bir gerçeğimiz var ve biz de depremle beraber yaşamayı ne yazık ki bilmiyoruz.
Sonuç ortada işte?