Hafta sonu yaklaşırken dünya bu kez de Donald Trump ve Kuzey Kore Başkanı Kim Jong Un'un, kontrolleri altındaki nükleer silahlarla karşılıklı olarak göz dağı vermesi ile çalkalandı.
Güç dengelerinin bir tarafında gerek komünist yönetimi, gerekse de her adımında Amerika karşıtlığını öne çıkarması nedeniyle Kuzey Kore'ye ağır ekonomik yaptırımlar uygulayan ve Türkiye de dahil birçok ülkeyi çeşitli antlaşmalar ile bu ambargolara uymaya zorlayan ABD; bir tarafta ise savunma sanayisine yaptığı dev yatırımlar ve tabiri caizse her seferinde dünyanın yüreğini ağzına getiren kitle imha silahları denemeleri ile barışçılıktan her geçen gün uzaklaşan Kuzey Kore mevcut.
Dünyanın tek kutuplu düzeninin karşısında yer aldığı motivasyonuyla hareket eden Kuzey Kore'nin ve dünyada kendisinden başka hakim güç tanımayan ABD'nin bu uzun dönemli politikalarının; Donald Trump ve Kim Jong-un gibi sağduyudan yoksun fikirlerini 140 karaktere sığdırdıkları bir tweet ile dünyaya duyurmakta hiçbir sakınca görmeyen iki devlet başkanının dönemine denk gelmesi ile siyasi diyaloglar büsbütün bir karikatürü anımsatmakta ve politik dengelerden ziyade siyasetin bireyselleşmesi söz konusu olmaktadır.
Türk ve dünya basınında da geniş biçimde yer aldığı üzere Güney Kore'nin ulusal haber ajansının haberine göre; Kim Jong'un, yılbaşı konuşmasında Kuzey Kore'nin nükleer silah denemelerine hız kesmeden devam edeceğini ve vuruş menzilinde Amerika Kıtası'nın olduğu nükleer silah butonunun masasının üzerinde bulunduğunu belirtmişti.
Trump, cevabında kendisinin de bir nükleer silah butonunu masasında bulunduruyor olmasıyla övünmekte ve Kuzey Kore rejimi için tükenmiş ve açlık çeken sıfatlarını kullanmayı da ihmal etmemekteydi. Bu sıfatların kullanılmasına ilişkin olarak hatırlanacak ki; ABD kasım ayı itibariyle Kuzey Kore'yi teröre destek veren ülkeler listesine dahil ederek, Kuzey Kore üzerindeki ekonomik yaptırımları ağırlaştırmıştı. Bu ekonomik yaptırımların doğal bir sonucu olarak; aralık ayı sonundaki The Newyork Times haberine göre, Japonya kıyılarına vuran Kuzey Kore'ye ait balıkçı teknelerinin sayısı gün geçtikçe artmıştır. Başlangıçta istihbarat endişesiyle botları imha eden Japonya için durumun asıl nedeni sonradan netlik kazanmıştır.
Özellikle yiyecek ve enerji ticareti konusunda ambargo uygulanan Kuzey Kore'de; tek yiyecek kaynağı olan balıkçılık, acil bir devlet politikası olarak uygulamaya konmuş ve botların teknik yeterliliğine, balıkçıların tecrübesine bakılmaksızın ülkedeki kaynaklar balıkçılığa yönlendirilmiştir. Hal böyle olunca, kötü havalarda iptidai teknelerin batarak içindeki balıkçıları okyanusun karanlığına terk etmeleri ve Japon kıyılarına vurmaları da kaçınılmaz son olmuştur.
Dış politika uygulamalarındaki bu keyfilik ve tüm insanlığı ilgilendiren durumlarda dahi konuyu kişiselleştiren cüretkarlık bir kenarda dursun; sorulması gereken bir diğer soru, herhangi bir ülkenin insanlarının orada doğmayı seçmedikleri ve yaşamak için rejime ayak uydurmak zorunda oldukları bir halde herhangi bir devlet başkanı tarafından bu kişilerin tükenmişlik ve açlık içinde olmasının bir övünç kaynağı olarak nasıl kullanılabildiğidir. Öyle ki, tüm dünya nükleer tehlikenin çanlarının çalmasıyla insanlığın devamlılığını düşünürken asıl olanın insan onuruna yakışır bir yaşam olduğu gözden kaçmaktadır. Bilhassa konu; yabancı gazeteciler giremediği için dünyaya açılamayan, kitle iletişim araçlarına sınırlı erişimi olduğu için sesini duyuramayan Kuzey Kore halkı olunca, konuya karşı üç maymunu oynamak kolay hale gelmektedir.
Öte yandan, Kuzey Kore'nin; politik çıkarlarla, buton siyasetiyle hiçbir ilgisi olmayan vatandaşlarının, açlıkla mücadele etmesine karşı çıkılmasının bir vicdan gösterisinden veya aşırı hassasiyetten kaynaklanmadığı bilinmelidir. Zira; uluslararası hukuk doktrinindeki hâkim görüş, üstün nitelikteki kamu yararına zarar verme potansiyeline sahip politikaların değiştirilmesi için uygulanan ambargolar ile istenmeyen bir yan etki olarak doğan insan hakları ihlalleri arasında bir denge olması gerektiği yönündedir. Birleşmiş Milletler verilerine göre Kuzey Kore nüfusunun %70'ine tekabül eden 18 milyon insan, yiyecek kıtlığı çekmekte ve ekonomik yaptırımlar uluslararası yardımın önünde aşılmaz bir engel olarak durmaktadır.
Siyasi faaliyetlerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan menfaat çatışmalarında, tarihler boyu en çok zararı gören sivil halk olmuştur. İnsan hakları, insan onuru ve haysiyeti kavramları; II. Dünya Savaşı sonrasında hukuk dünyasında ivme kazanırken sıcak savaşların Soğuk Savaş dünyasındaki görünümü ambargolar olmuştur.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye'nin de tecrübe ettiği bu ambargo sürecinde, rejimler cezalandırılırken asıl cezanın halk tarafından çekildiği aşikardır. İnsan hakları bildirgeleri, onurlu yaşam için verilen mücadeleler göz önünde tutulduğunda Kim Jong-un ve Donald Trump çekişmesinde dünyayı ilgilendirenin yalnızca insanlığın devamlılığı olması sığ bir yaklaşımdır.
Nihayetinde; aklıselim her topluma yakışan, insanlığın, insan onur ve haysiyetine yaraşır biçimde devamlılığını öncelemek ve bunun için çalışmaktır.