Bu toprakların yetiştirdiği büyük bir edebiyat insanı, gönül adamı, memleket ve yurt sevdalısı Arif Nihat Asya... Belki de edebiyatımızda ortaya koydukları, fikirleri ve duruşu ile en köşe taşı düşünürlerden biri olmasına rağmen ne yazık ki hâlen onun hak ettiği değeri vermiş değiliz. Kendisini anlatan gözlemci bir şahıs onun hakkında şöyle der:
“Anadolu’nun neresinden bir davet gelirse gelsin, en küçük bir menfaat düşünmeden konferans vermeye, geniş kitlelere hitap etmeye koşan mükemmel üstü bir hatipti. Kürsüde mikrofonu eline aldığı andan itibaren, bir-iki dakikada onu dinleyen tüm salondaki insanları sarar, sarmalar, bir mıknatıs gibi yakalar, bırakmazdı. Mütevaziliği, beyefendiliği, hoş sohbet ve nüktedan bilge diliyle kendisine has bir söylem biçimi kullanmıştır.”
Büyük mütefekkir, vatan sevdalısı bayrak şairimiz Arif Nihat Asya’nın kendi anılarında düşünceleri şöyle geçmektedir:
Bir tarihte Adana yolundayım. Adana gitgide yaklaşmakta, kompartıman tenhaca. Vakit akşam... Işıkları iyi yanmıyor. Karşımda bir genç var, ben onun Adanalı olduğunu öğrendim. O benim, Adana’da hoca olduğumu öğrendi. Birbirimize isimlerimizi vermedik. Genç, benim bir meslek arkadaşımı iyi hatırlayacağımı tahmin ederek “Bir Arif Nihat hoca varmış.. Nasıl adam?” diye sordu.. “Eşşeğin biridir diye söze başladım.. Arif Nihat’ı o övdükçe ben batırdım. İstasyona geldiğimiz zaman, bir tanıyan çıkar da yol arkadaşım gerçeği anlarsa, beni döver diye korktum. Onun indiği kapıdan inmedim. Sonra eve gelince aynanın karşısına geçtim :
“Oh olsun, dedim. Senden öcümü aldım oh ya!...”
İstanbul’da Haseki semti ile Altımermer Karakolu arasına rastlayan bir çıkmaz sokakta oturuyorduk. Karşı evde serbestçe ve güzel bir kız vardı. Akşamüstleri bazı gençler evin önünde manâlı türkülerle şarkılar söyleyerek, ağır ağır geçerler, adetâ seranad yaparlardı. Delik deşik olduğunu hatırladığım bizim duvarın dibinde duraklayarak onun pencerelerini de gözetledikleri olurdu.
Üçüne de “abla” dediğim, bizim evin kızları, bir gün bana, “Sen şairsin, şunlara bir şeyler yazsana! “dediler. Dört beş kıtalık bir manzum yazı yazdım. Dikkati çeksin diye renkli bir şeritle bağlayıp yanında duraklayacakları duvarın bir kovuğuna koydum. Gittikleri zaman baktım, şiir yerinde yoktu. Bu olaydan sonra gençlerin daha seyrek geldiklerini, daha ihtiyatlı davrandıklarını gördük.”