Osmanlı döneminde Erzurumlu iki şeyhülislam vardı. İlki Feyzullah Efendi, ikincisi de Musa Kazım'dı. Cumhuriyet'e geçtikten sonra adı Diyanet İşleri Başkanlığı olan bu makamda yine iki
Erzurumlu oturdu. İlki Ömer Nasuhi Bilmen'di, ikincisi de halen hayatta olan Mehmet Nuri Yılmaz...
Feyzullah Efendi, 2. Mustafa döneminin devlet içindeki en etkili kişisiydi. Aynı zamanda
şehzadeliğinde 2. Mustafa'nın da hocalığını yapan Feyzullah Efendi'nin, ta ki Edirne'de feci şekilde öldürülene kadar, neredeyse iki dudağının arasından çıkan kelam kanun sayılırdı. Öyle ki, padişah 2. Mustafa'ya, "ben öldükten sonra şeyhülislam oğlum olacak" diyecek kadar işi abartmıştı!
Gel gör ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Edirne Vakası diye de tarihe geçen o kanlı günde, Feyzullah Efendi, üç gün üç gece işkence gördükten sonra, bir türlü izah edemediği aşırı zenginliği ve kontrolden çıkan gücü yüzünden hunharca katledildi ve ibret olsun diye de ölüsü at sırtında dolaştırılarak ahaliye gösterildi. Zaten bu kalkışmadan sonra 2. Mustafa da tahtını kaybetmişti.
Feyzullah Efendi aynı zamanda tam da bizim bulunduğumuz semte adını veren Vaniefendi'nin damadıydı. Osmanlı'nın son dönemindeki şeyhülislam hemşerimiz ise, Musa Kazım'dı. Musa Kazım aydın ve çok bilgili bir din adamıydı. Tam üç dönem bu makamda bulundu. Tıpkı bugün olduğu gibi o gün de din baronları ve Necip Fazıl'ın dediği gibi din yobazları vardı. Musa Kazım onların ezberini bozduğu için önce mason dediler, sonra hızlarını alamayıp dinsiz olduğunu yaydılar. Oysa Musa Kazım, yaşadığı çağın çok önünde bir alimdi. Divanı da zaten buna en büyük delildir.
Cumhuriyet dönemine geldiğimizde de, Elmalı Hamdi'den sonra eski adıyla şeyhülislamlık, yeni adıyla Diyanet İşleri Başkanlığı'na, hemşerimiz Ömer Nasuhi Bilmen oturdu. Bugün Erzurum'da adı, okul, cami ve caddeye verilmiş olan bu hemşerimiz, Erzurum'un son Rus işgalinde, o günün ileri gelenleriyle birlikte ailesini de alarak şehri terketti ve başkanlığı süresince Erzurum'a yalnızca bir kere geldi, o da kardeşinin cenazesi için...
Yazdığı İlhimal sayesinde adı öldükten sonra da günümüze kadar ulaştı ve bugün bile aynı şöhretini koruyor. Ömer Nasuhi Bilmen, fötr şapka giyen ve zaman zaman smokinle dolaşan bir hemşerimizdi. Erzurumluluk diye bir derdi hiç olmadı, hatta görev süresi boyunca Erzurum'a doğru düzgün atama dahi yaptırmadı. Ama bugün halk arasında öyle efsaneleşmiş bir namı var ki, herkes O'nu bu şehre büyük hizmetlerde bulunmuş bir evliya olarak görür!
Son şeyhülislam hemşerimiz ise, bildiğiniz gibi Mehmet Nuri Hoca'dır. Namı diğer, "Canbazın oğlu" dur.
90'lı yıllarda başkan oldu ve tâ AK Parti'nin ilk yıllarına kadar da o kıymetli makamda hakkını vererek oturdu. Adil, çalışkan, ilim erbabı, mütevazi ve memleket canlısı bir alimdir. Allah her güzelliği bazen bir arada vermiyor. Şayet Mehmet Nuri Hoca sahip olduğu bu üstün vasıfların yanısıra bir de hatip olsaydı, kimbilir belki de bugün tüm İslam dünyasının tanıyacağı biri olurdu. Mehmet Nuri Hoca, Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde Erzurum'a ve ülkeye çok ciddi hizmetler sundu. Bu hizmetlerin en belirgin olanı da kuşkusuz ki şehrimizdeki hizmetiçi eğitim merkezidir. Her ne kadar kimi vefasız ve de kadir bilmez adamlar Hoca'nın adını o kıymetli eserden sildiyseler de O, hep bu milletin gönlünde yaşamaya devam etti.
Rahmetli Ecevit'in en baş kurmayı olan Hüsamettin Özkan, kendince haksızlığa uğradığında, politik literatürümüze güzel bir kavram kazandırmıştı. Demişti ki, "Meğerse vefa sadece bir semt adıymış."
Bütün bunları şunun için yazdım.
Bu şehirde de vefadan yana çok büyük problemlerimiz var. Şayet bir hemşerimiz konjonktür icabı başka bir dönem tarafından önemsenmiyorsa, şehrin yönetim kadrosu da anında tornistan ediyor ve hemşerisine acımadan kıyıyor.
Bunun en son örneği Cevat Dursunoğlu'dur.
Cevat Bey, bu şehrin yetiştirdiği en değerli evlatlarından biridir. Öyle ki, Sorbon'da tahsil görmesine ve bir eli yağda bir eli balda iken, tüm imkanlarını bir kenara bırakıp, ülkenin en buhranlı döneminde Erzurum'a dönerek Milli Mücadele'de öncülük ediyor, yetmezmiş gibi Erzurum Kongresi'ni topluyor. Oysa Sorbon'da paşalar gibi keyif çatabilirdi. Kendi topladığı kongrede, sırf Mustafa Kemal Paşa'ya yer açabilmek için Erzurum delegeliğinden istifa edip Tortum delegesi oluyor.
Erzurum'da Cevat Dursunoğlu'nun adını taşıyan, "Cevat Dursunoğlu Bilim Sanat Merkezi" vardı. Hayırsever bir insan o okula yardım ve yatırım yaptığı için, günümüzün çok ileri görüşlü yöneticileri, anında bu değerli hemşerimizin adını sildiler. Oysa sorunu, o adı silmeyerek başka bir eğitim kurumuna vermekle çözebilirlerdi, yapmadılar! İşin kolayına kaçarak sanki Ankara'da birilerin onlara "aferin" diyeceklerini düşünerek, vatanın en zor döneminde şehrine dönüp müthiş mücadelede bulunan hemşerilerini feda ettiler!
Açın tarihi okuyun göreceksiniz ki, aynı yıllarda Cevat Dursunoğlu, Sorbon'dan kalkıp Erzurum'a geldiğinde, bugün yere göğe sığdıramadığımız Ömer Nasuhi Bilmen de bu şehirden sessizce ve gizlice tüymüştür. Birinin adına bilmem ne kadar cadde, okul, cami ve meydan varsa; diğerinin adını taşıyan tek bir levha bile acımasızca indirildi.
Hangi şehir, kendi evladına bu kadar acımasız davranır acaba?
İşgal sırasında halkın yanında kalıp mücadele etmek yerine, daha az tehlikeli olan bir alana kaçan bir hemşerimize karşın, ta Sorbon'dan kalkıp gelerek na müsait şartlara rağmen ülkenin bağımsızlığı için olağanüstü bir mücadele veren Cevat Dursunoğlu var...
Reddetmiyorum...
Ömer Nasuhi Bilmen de bu şehrin evladıdır.
Lakin Cevat Dursunoğlu, yaptıklarıyla, duruşuyla, hizmetleriyle çok daha bambaşka bir isimdir.
Ömer Nasuhi Bilmen'in adı niye silinmiyor demiyorum; olsun o isim de yaşatılsın. Ama Cevat Dursunoğlu'nun adını o merkezin çatısından kaldırmak neyin nesidir?
Hangi vicdan ve izanla siz bu katliama bir tevil getirebilirsiniz ki...
Vefa hakikaten bir semt adıymış!
Dün Mehmet Nuri Yılmaz'ın adını o hizmetiçi eğitim merkezinden silen kafa neyin nesiyse, bugün de Cevat Dursunoğlu'nun adını o tabeladan indiren kafa aynıdır:
Konjonktüreldir, eyyamcıdır, riyakardır, sahtekardır ve el ayak öpme peşinde koşan uşaktır.
Savunduğu fikirlere katılmamakla birlikte, Deniz Gezmiş de bu şehrin bir evladıdır, benzer çizgide koşan Bedri Yağan da...
Aynı şekilde yolsuzluk, hırsızlık ve türlü dümbelekciliğine rağmen Şeyhülislam Feyzullah Efendi de...
Hemşerilerimizi redderek değil onlara sahip çıkarak ancak külliyatlı bir şehir olabiliriz.
Bu topraklar öyle mümbit öyle mümbit ki, her alanda birbirinden farklı insan yetiştirmiş. Mehmet Nuri Yılmaz da bu şehrin bir evladı, O'nunla Kurşunlu Medresesi'nde aynı eğitimi alan Fetullah Gülen de...Biri devleti inşaya, öbürü de yıkmaya çalıştı. Ama ikisi de Erzurumludur...
Herkesi aynı derecede sevmek zorunda değiliz. Lakin Sezar'ın hakkını da Sezar'a vermek zorundayız. Elin gavuru koymuş bu ölçüyü... Oysa bizim tarihimiz de dinimiz de zaten aynı şeyi onlardan çok önce söylüyor:
Vefasız insandan hayır gelmez...
Bugün Erzurum, spor alanında önce Erzurumspor sonra da Aziziye Termalspor adıyla iki önemli başarıya imza attı. Dün Erzurumspor'u birinci lige çıkaran kahramanın adı Cemal Polat'tı. Ve o Cemal Polat ki, Türkçülüğüyle ve MHP'li olmakla temayüz etmiş bir kişiydi. Bugün de Erzurumspor'u üçüncü ligden ikinci lige çıkararak bize uzun yıllar sonunda başarı sevinci yaşatan, Ali Demirhan da bir Kürt'tür.
Demek ki, mesele, ne Türk olmak ne de Kürt olmaktadır. Bütün mesele, bu şehrin evladı olabilmek. Bazen bunun adı Kürt, bazen Türk olur.
Erzurum'un adını her kim ki, yüceltiyor ve yaşatıyorsa, o kişi benim için Türk'tür, Kürt'tür, Laz'dır, Çerkez'dir, ama hepsinden önemlisi adam oğlu adamdır.
Not:
Özür
Geçtiğimiz Cumartesi günkü yazımızda Ebu Cehil'i Hz.Peygamberimizin amcası diye yazmıştık. Halbuki muradımız Ebu Leheb'i demekti. Ama vahim bir hata yaptık. Bir dostumuz da haklı olarak bu yanlışımızı yüzümüze çarptı. Eyvallah..
Tabii ki, Peygamberimizin amcası tam da o dostumuzun dediği gibi Ebu Leheb'ti. Yaptığımız yanlışa tevil getirecek halimiz yok. Vahim bir yanlıştı. Fakat niyetimizin halis olmasından da sorgulanmak istemeyiz. O dostumuzun bizi ileri derecede hakir görerek yaptığı bu ikazdan ötürü yine de o dostumuza canı gönülden teşekkür ediyoruz.