Nafile bir çaba...
Biz dedik, biz dinledik...
Geldiğimiz nokta ortada işte:
Herkes suçlu, herkes suçsuz!
Yangın öyle bir büyüdü ki, zaten pamuk ipliğiyle bağlı olan Erzurum ekonomisi büsbütün yerin dibine çakıldı.
Ne belediye işin içinden çıkabiliyor, ne müteahhit tek başına bir çözüm üretebiliyor, ne de mağdurların elinden bir şey geliyor.
Tam bir kördüğüm. Haydi aç açabilirsen...
Başbakan Davutoğlu bile devreye girdi; ” kimse mağdur olmayacak bu sorun çözülecek" dedi. Fakat çözüm adına gözle görünür bir gelişme olmadı.
Belediye Başkanı Sekmen, zehir zemberek konuşuyor:
"Biz müteahhide üç ayrı çözüm sunduk, ama müteahhit bu çözümlerin hiç birine yanaşmadı"
Müteahhit Ahmet Metin Karadayı ise, tam tersini savunarak, " belediye ve bazı kimseler kumpas kurarak beni saf dışı bırakmaya ve mallarımın üzerine çökmeye çalışıyor" diyor.
Dün de bu sorunun bir tarafı olan Şerafettin Aslan konuştu. O da müşteki... "Ben" diyor. "Bu sorunun en baş mağduruyum. Yaklaşık 40 milyona yakın param gitti, üstelik bazı kendini bilmezler tarafından işyerim yumurta yağmuruna tutuldu. Büyük bir haksızlıkla karşı karşıyayım."
Hak sahiplerini ya da o projeden ev alanları ne siz sorun ne de ben söyleyeyim.
Hepsi perişan...
Atalarımız kan, kanla değil, suyla yıkanır; demiş. Fakat gelin görün ki Erzurumda durum tam tersi...
Sonuç ortada:
Erzurumu yutan bu anafor herkesi nefessiz bıraktı.
Ufukta çözüm gözükmüyor.
Herkes umutlanmıştı ki, Başbakan Davutoğlunun, "çözüm çok yakın" açıklamasının peşine taraflar masaya oturacak ve herkesi az da olsa rahatlatacak bir adım atılacaktı.
Olmadı...
Sinirler daha da gerildi. Taraflar birbirlerine karşı karakolluk laflar etmeye başladı. Bu aşamadan sonra kim kiminle nasıl bir araya gelecek ve Erzurumun tepesine çöreklenmiş bu kara bulutları dağıtabilecek?
Daha önce de yazmıştık. Bu meselede artık kimin haklı kimin haksız olduğu aşaması çoktan aşıldı.
Ortada acilen çözülmesi gereken devasa bir sorun var.
Deniyor ki:
Mağdurlar mahkemeye gitsin.
Evet; bu bir yol. Öyle ya, Türkiye iyi kötü bir hukuk devleti.
Tamam da, mahkeme bugün bu dosyayı ele alsa en erken üç-dört yıl sonra karar verecek. Peki o güne kadar bu cenaze öylece şehrin göbeğinde utanç abidesi gibi duracak mı?
Daha pratik bir çözüm bulunmalı.
Ve bu çözüm sabahtan akşama olmalı ki, şehrin psikolojisini yerle bir eden şu sorun ortadan kalksın.
Tutunuz ki günlerce aynı nakaratı hep birlikte tekrarlayıp dursak kim ne kazanacak?
-Sen suçlusun!
-Hayır ben değil, sen suçlusun!
Neyi çözecek bu yaklaşım?
Şayet bir çözüm olmuş olsaydı, tam bir yıla yakındır zaten taraflar aynı şeyi söyleyip duruyor.
Çözüm getirmediği ortada işte...
Farkındayım; kritik eşik aşılmak üzere... Buna rağmen çıkmamış candan umut kesilmez misali bendeniz hâlâ bu krizin aşılabileceğine olan inancımı koruyorum.
Biliyorum çok zor, ama yine biliyorum ki asla imkânsız değil.
Sayın Sekmen...
Sayın Karadayı...
Sayın Aslan...
ve Sayın mağdur insanımız...
Gelin son bir kez aynı masanın etrafında toplanın ve herkes ön yargısını bir kenara bırakarak iyi niyetle yeni bir adım atsın.
Bakın tünelin ucundaki o son ışık hâlâ parlayıp duruyor.
Etmeyin eylemeyin, o son ışığı kendi ellerinizle söndürmeyin.
İster kabul edin ister etmeyin. Ben size söyleyeyim:
Eğer o son ışığı da söndürürseniz ve tünel zifiri karanlığa gömülürse, kimse buradan sağ salim çıkamaz. Çünkü enkaz bu şehrin üstüne çöküyor. Senin ya da benim ötekinden hızlı koşmam mukadder sonu değiştirmez.
Erzurum dibe vurdu. Bir ihtimal var, onu da hep birlikte kendi ellerimizle yok etmeyelim.
Tercih sizin...