Soğuk Savaş Yılları'nda Erzurum, "Yeşil Kuşak Projesi" kapsamında bir şehirdi. Türkçesi şudur:
Amerika, Komünist Sovyetler'den kendine ya da her hangi bir NATO ülkesine karşı gelebilecek
tehlikeye karşı, Erzurum'u "ön karakol" olarak
görürdü. Komünizm,
Türkiye için de çok büyük bir tehlike olarak
görüldüğü için
Erzurum'un "Yeşil Kuşak Projesi" kapsamında
konuşlandırılması, ülkenin milli politikalarından biriydi.
Erzurum'da komünizmle mücadele derneklerinin kurulup devlet eliyle desteklenmesi ayrıca kimi tarikat ve cemaatlerin yine aynı politikanın ürünü olarak korunup kollanması, gündelik siyasetten bağımsız bir
politikaydı.
Öyle ki daha beş on yıl öncesine kadar Atatürk Üniversitesi'nin
girişinde, " Türk milleti için en büyük tehlike komünizmdir. Nerede görülse başı ezilmelidir" yazardı. İmza olarak da Atatürk'ün adı vardı.
Batı'da Erzurum'un "önemi"ne vurgu yapmak için, "jeopolitik (askeri) ve stratejik (siyasi ve coğrafi) açıdan çok değerli bir yere sahiptir" denirdi. Yıllar sonra öğrendik ki, bizim önemimiz, Batı'nın, Sovyetler'e karşı kendini garantiye alma çabasından öte bir şey değilmiş.
Sovyet Ordusu saldırdığında,
Erzurum'daki karargahlar dalga kıran görevi yapacak.
Bütün hikaye bundan ibaret...
Sovyetler dağılınca, bizim jeopolitik ve stratejik değerimiz de anında yerle bir oldu!
Bu kez 90'lı yıllarda neredeyse aynı ifadeyi yeniden duyar olduk. Ancak bu defa, bize büyük önem yükleyen ne NATO'ydu, ne de Amerika...
"Erzurum jeopolitik açıdan çok
önemlidir. Mutlaka ağırlığımızı
hissettirmeliyiz" diyen, PKK oldu. Halen İmralı'da cezasını çekmekte olan Abdullah Öcalan, MİT'in
yakaladığı telsiz konuşmalarında, Suriye'den dağlardaki militanlarına talimatlar yağdırırdı:
"Sizden Erzurum'u istiyorum"
Köprülerin altından çok sular aktı.
30-40 yıl önce Amerika'nın
gözbebeği gibi gördüğü
Erzurum, son 20-30 yıldan beri de PKK için olmazsa olmazların
başında geliyor.
Peki gerçekte Erzurum,
Türkiye Cumhuriyeti için ne ifade ediyor?
Bu meseleyi
hamasetten uzak, akıl
süzgecinden geçirerek tartışmalıyız.